DİYARBAKIR - Umutsuzluğun en çok örüldüğü cezaevlerinde 3 kitap kaleme alan yazar Fırat Can, “İster Şam'da bir hücrede, ister Türkiye'de bir hapishanede olayım yine de yazarım. Kürt özgürlük mücadelesi bana bu direnci veriyor” dedi.
Kürtlerin özgürlük mücadelesinin bir bireyi, tanığı ve aynı zaman da edebiyatının temsilcilerinden olan yazar Fırat Can, Batman'ın Sason ilçesinde dünyaya geldi. O süreçteki baskılardan dolayı ailesi ilk olarak Batman kent merkezine ardında da İstanbul'a göç etti. Genç yaşta göçe zorlanan bir birey olarak halkının dili ve kültürü için mücadele etmeye başlayan Can, bu nedenle bu toprakları terk etmek zorunda kaldı. Mücadelesini dışarıda sürdüren Can, Suriye'de tutuklanarak Türkiye'ye teslim edildi. 11 yıl cezaevinde tutulan Can, burada da mücadeleden vazgeçmedi ve edebiyatla direnişini anlattı. Tahliye olduğu 13 Kasım 2021 tarihine kadar “Umuda Bir Ülke”, “Hep Mavi Kal” ve “Umut ve Mavi” romanlarına imza atan Can, cezaevindeki edebiyat mücadelesini Mezopotamya Ajansı'na anlattı.
Suriye’de tutuklandığınızdan söz ettiniz, tutuklandıktan sonra Suriye’de neler yaşadınız?
Çeşitli işkencelere maruz kaldım. Ama bizim Mazlum Doğan ve Kemal Pir'den günümüze kadar gelen bir direniş hattımız var. Ben de bu direniş hattını hiç bırakmadım.
Suriye'de 2011'de ortam sakindi. Olaylar henüz başlamamıştı. Serêkaniyê'den Kobane'ye giderken yolda gözaltına alındım. O sıralar da Kürt kültür ve dili alanında çalışmalar yapıyordum. Tutuklanma kararım Türk devleti tarafından verildi. Operasyonu ise Suriye devleti yaptı. Tutuklandıktan sonra yaklaşık 8 gün Hesekê’de kaldım. O zaman her yer rejimin elindeydi. Sonra Şam'a götürüldüm. Şam'da Feyha diye bir yer var. Götürüldüğüm yer bir işkencehane ancak bu kabul edilmiyor. 50 metre yerin altında bir yerdi. İnsanlar dışarıdan baktıklarında buranın bir işkencehane olduğunu anlamıyordu. Orada bir hücrede tutuldum. O hücrede birçok işkenceye maruz kaldım. Sabah ve akşam iki saat işkence ediyorlardı. Elektrikten tut, tazyikli suya, falakaya kadar pek çok işkence gördüm. Düşüncelerime ve duygularıma saldırdılar ama bizim Mazlum Doğan ve Kemal Pir'den günümüze kadar gelen bir direnişimiz var. Biz söz verdik, mücadele bayrağını düşürmeyeceğiz ve yükselteceğiz diye. İşkencelerden sonra beni Türk devletine teslim ettiler.
İşkence gördünüz, tutuklandınız, tüm bu olumsuzluklar içinde yazmaya nasıl karar verdiniz?
Yurtdışına gittiğimde günlük tutardım. Arkadaşların verdiği defterlerden biri hep cebimdeydi. Not ettiğim günlük olaylar yavaş yavaş yerini şiirlere bıraktı. Şiir yazdım, bazı denemeler yaptım. Yavaş yavaş çok küçük hikâyeler yazmaya başladım. Günlüklerimin çoğu zorlu koşullar nedeniyle kayboldu. Başkaları da vardı, ama kitaplaştırmayı düşünmedim. Ayrıca 150 kadar şiirim de var. İçinde bulunduğum hapishanenin duvarlarını aşmak istedim. Cezaevine girdiğim ilk gün anladım, Kürt halkının özgürlüğü için savaşan bir insan için mekân bu kadar önemli olmamalıydı. İçeride, dışarıda ya da dağlarda olsun yer önemli değil, ne yaptığımız önemli. Hapishanede de yazılacak çok şey var. Burada insanların biraz daha aktif olması gerekiyor. Ben de başıma gelen olayları da yazmak istedim.
Cezaevinde yazarken nasıl engeller ile karşılaştınız. Cezaevi ortamı yazılarınızı nasıl etkiledi?
Hapishanede yazmak çok zor. Yeriniz yazı yazmaya uygun olmalıdır, ama hapishanede arkadaşların çoğu yerde yatıyordu. Odalar kalabalıktı. Yazabilmeniz, düşüncelerinize ve duygularınıza odaklanabilmeniz için sessiz bir yer olmalı, ama cezaevinde böyle bir şey mümkün değil. Ayrıca yazarlar dünyadaki gelişmelerden haberdar olmalı, ancak cezaevi yetkilileri 3 kitap ve 5 dergiden fazla bir şey vermiyorlar. Aynı zamanda düşünceniz ve bilginizle dört duvarı aşmanız gerekiyor. Dört duvarı geçemezseniz yazamazsınız. Örneğin, görmediğiniz bir yeri nasıl tanımlayacaksınız? Dışarıdan yazmak istediğim şeyler çoğu sefer aklıma gelmiyordu. Aklıma gelmesi için gazete okuyordum. Sonra mektup yolladım dışarıya, mektubun aileme ulaşması bir ay sürdü, cevabın gelmesi de bir ay sürdü. Ve mektup geldikten sonra fotoğraflara da baktım ve anlatmak istediğim şeyi anlattım. Hapishanede yazan kişi kalem kullanıyor sadece. Örneğin 437 sayfalık başlangıç kitabımı yazarken parmaklarım nasır tuttu. Hapishane ortamı nedeniyle yazdıklarımızı dışarıya ulaştıramıyoruz. Mektup okuma komisyonu var, Kürtçe yazılarınız yıllarca araştırılıyor sonra da yasaklanıyor. Ne yazık ki şimdi bile tutukluların yazdıkları yazılar yayınevi depolarında duruyor. Yani benim de tanıdığım bir yayıncının yayımlanmayı bekleyen 600’e yakın kitabı var. Bu aynı zamanda mahkumların motivasyonunu da kırıyor. Bu yüzden sahiplenme olmalı ki yazarların yazdıkları basılabilsin.
Kürt dili için mücadele ettiğinizden bahsettiniz ancak cezaevinde kaleme aldığınız 3 kitabınızı da Türkçe. Bu bir tercih miydi?
Bana en çok yöneltilen eleştirilerden biri ‘neden Kürtçe yazmadın?’ oldu. Ancak bazı cezaevlerinde Kürtçe’ye çok fazla baskı yapılıyordu. Mektup yazamıyorduk, Kürtçe gelen mektupları bize vermiyorlardı. Azadiya Welat gazetesi verilmiyordu. Azadiya Welat’tan sonra çıkan gazeteleri de vermiyorlardı. Kürt diline bu baskılar devam ediyor. Kendime söz vermiştim, başımdan geçenleri yazacaktım. Ama cezaevi Kürt diline karşı çok sertti, her zaman bir arama olur, yazdıklarıma el konulurdu. Yazılan şeyler kaybolduğunda, yeniden yazma motivasyonu da kalmıyordu. Bu yüzden arkadaşlarımızla nasıl yapacağımızı tartıştık. Türkçe yazmaya karar verdik. Yani Türkçe yazmam bir seçenek değildi, zorunluluktu. Dil sorunum yok, hayatın her alanında Kürtçe konuşur, yazar ve okurum. Ama hapishane baskısı nedeniyle üç kitabımı da Türkçe yazdım. Aslında 3 kitabım yayınlandı. Ama hapishanede dört kitap yazdım. Türkçe yazdığım 'Yarım Kalanlar' kitabı var. 2 cilt şimdi bilgisayara aktarıyorum, yakında kitapevlerinde yerini alacak. Şimdi dışarıdayım ve ana dilimde yazacak çok şey var. Bazı yazılarım var Kürtçe için. Hala dışarıya adapte olamadım, ama Kürtçe çalışmalarım olacak.
Cezaevinden çıktığınız günden bugüne size karşı bir sahiplenme var. Fakat birçok tutuklu yazar aynı şekilde sahiplenilmiyor. Tutuklu yazarlara dönük bir çalışmanız var mı?
Aslında birçok arkadaş bir araya gelmeyi istiyor. Fakat birçok arkadaşın böyle bir şansı olmadı ve aynı zaman da yazmış olduğu yazı ve kitaplar da fazla görülmedi. Bu eksikliklerin giderilmesi lazım. Bu çerçevede Kürt PEN’in çalışmaları var. Yazılan kitapların okuyuculara ulaşması için vermiş oldukları bir mücadele var. Ben 5-6 ay önce cezaevinden çıktığım için aktif olarak çalışmaların içinde değilim. Fakat gittiğim her platformda arkadaşları anıyorum. Değerli bir mücadele veriliyor, layık oldukları yere gelmeliler. Bunun için önüme koyduğum programlarım var tabi.
Kitaplarınızın 3’ünde de “mavi” ve “umut” kavramları dikkat çekiyor. Neden bu kavramları tercih ettiniz?
Bu kitaplarla en büyük amacım, mücadele için bedel ödeyenleri unutturmamak. Bu mücadele onların öncülüğünde ilerliyor, bu unutulmamalı.
Cezaevindeyken bir okuyucu bana bu soruyu mektup aracılığıyla sormuştu. Aslında bu iki kelime kitaplarımı okuduktan sonra birçok okuyucu için bir sembol haline geldi. İlk kitabım “Hep Mavi Kal", ikinci kitabım "Umuda Bir Ülke" ikisinde de mavi ve umudu ele aldım. Maviden bahsettiğimde renkten bahsetmiyorum. Hapishanede bazı temel renkler de mavidir. Ama bu renge yüklediğim anlam özgürlüktür. Yani benim için özgürlüğü ifade eden bir renk. Çünkü özgürlük sonsuz bir şeydir. Gökyüzü, deniz de mavi ve sonsuzdur. Benim de özgürlükten kastettiğim budur. “Hep mavi kal” derken aslında “hep özgür kal” demek istiyorum. Umut derken ise, umut ve özgürlükten bahsediyorum. Kürt halkı için özgürlük çok önemli. Çünkü biz bundan hep mahrum kaldık. Bu iki kavramı o yüzden çok kullandım çünkü Kürt halkı özgür değil ve yıllardır özgürlük mücadelesi veriyor. Çok bedeller ödedi. Aynı şey umut için de geçerlidir. Yani beklentisi olmayan bir insan varlığını yeryüzünde tesis edemez. Umut her insan için önemlidir. Umut olmadan insan hiçbir şey yapamaz. Bu yüzden çok değerli bir söz vardır, umut başarıdan daha değerlidir. Yani bu temelde, özgürlüğün olduğu yerde umuttan, umudun olduğu yerde özgürlükten söz edilebilir. Dolayısıyla gelecekte bu isimde birkaç kitap veya makale daha olabilir. Dolayısıyla bu iki kelime benim için çok önemli kelimeler. Şam hücrelerinde tutunduğum tek şey umuttu. Umut ettim ve direndim. Bütün toplumlar yaşadıklarını çok çabuk unutuyor. Oysa bu kadar çabuk unutulmamalı. Kürtlerin başına gelen birçok olay sıradan görülmemeli. Bu kitaplarla en büyük amacım, bu mücadele için bedel ödeyenleri unutturmamak. Bu mücadele onların öncülüğünde ilerliyor, bu unutulmamalı. Bu düşünceyle bu kitapları yazdım. Diğer en önemli konu da şu ki, yazarlar toplum için en büyük sorumluluğu üstlenirler.
Umutsuzluğun en çok örüldüğü cezaevi gibi mekanlarda “umut” ve “mavi” kavramlarını barındıran kitaplar yazma direncini size veren neydi?
İster Şam'da bir hücrede olayım, ister Türkiye'de bir hapishanede olayım, isterse umudun olmadığı başka bir yerde, yine de yazarım. Çünkü Kürt özgürlük mücadelesi bana bu direnci veriyor.
Kürt özgürlük mücadelesi bana bu kitapları yazma gücü verdi. Çünkü biz haklı bir mücadele yürütüyoruz. Yaptığım şeyler suç değil. Yani Kürt halkının kültürü, dili ve kimliği için savaşıyoruz. Nerede olursam olayım bu savaşı vermeye devam edeceğim. Nerede olursam olayım mücadelenin varlığı bana umut ve güç verecek. Başta da söyledim mekan benim için önemli değil. İster Şam'da bir hücrede olayım, ister Türkiye'de bir hapishanede olayım, isterse en umutsuz olan bir yerde olayım yine de yazarım. Çünkü benim tek hayalim Kürt halkının özgürlüğü. Kürt halkının özgürlüğünün gerçekleşmesi için umut var, bize bu umudu verenler de Kürt özgürlük savaşçılardır.
Son olarak “Umut ve Mavi” kitabınız okuyucuda merak uyandırıyor, açık kapı bırakıyor. Kitaptaki Ferit ve Pınar karakterlerinin hayalleri gerçekleşecek mi? Kitabın devamı gelecek mi?
“Umut ve Mavi” adlı kitabın devamı gelecek. Bu şekliyle bitmeyecek. Onların da Kandil günleri başlayacak. Çünkü Ferit ve Pınar karakterlerinin birçok hayali gerçek oluyor. İleride Kandil günlerini de yazacağım.
MA / Eylem Akdağ - Fahrettin Kılıç