HABER MERKEZİ - Yazar Sadık Aslan, "İklim Kahverengi" kitabıyla 2000'li yılların başında Suriye'de Kürtlerin özgürlük mücadelesini ele alıyor. Kentlerin ve kültürlerin anlatıldığı romandan, bugünün Rojava Devrimi'nin ayak sesleri geliyor.
Suriye'de iç savaşın başlaması ardından Kürtler, ne rejimden ne de "muhaliflerden" yana tavır almayarak bölgede Rojava Devrimi'ne öncülük etti. 19 Temmuz 2011'de Kuzey ve Doğu Suriye'nin Kobanê kentinde başlayan süreç büyük bir kesim tarafından şaşkınlık yaratsa da Kürtlerin buradaki özgürlük mücadelesi çok uzun yıllara dayanıyor.
Tutuklu yazar Sadık Aslan, Kor Kitap'tan çıkan "İklim Kahverengi" romanıyla Suriye'de Qamişlo Katliamı üzerinden Kürtlerin bölgedeki "kimliksiz" yaşantısı ve buna mücadelesine ışık tutuyor. Yazar, Araf, Enes, Alan, Ronî ve Sterâ'nın hayatları etrafından Kürtlerin Suriye'deki yaşamları ve mücadelelerini anlatıyor.
QAMIŞLO KATLİAMI
Halep'te üniversite öğrencisi olan Kürt gençler Araf ve Enes'in buluşmasıyla başlayan öykü, 12 Mart 2004'te Qamişlo Stadyumu'nda Kürtlere yönelik katliam ardından başlayan eylemlerle sürükleyici bir hale evriliyor. Gençler, rejimin sert saldırılarına rağmen gözlerini kırpmadan eylemlere öncülük ediyor.
HALEP SOKAKLARI
Roman, mücadele tarihinden bir kesit sunmanın yanı sıra Suriye'nin kentlerine ve kültürüne dair de birçok bilgiyi sunuyor. Halep'te başlayan bu yolculukta yazar okuyucuyu kenttin sokaklarında gezdiriyor; sokakların rengini ve kokusunu hissettiriyor. Sarı sıcak bir Temmuz'da sokakları gezdiren yazar, Araf ve Enes aracılığıyla Ömer Hayyam üzerinden başlayan bir edebiyat tartışmasının içine alıyor okuyucuyu.
ZİHİNSEL KOPUŞ
Yazar Sadık Aslan, iki gencin tartışmaları üzerinden edebiyatı ve hayata etkisini şöyle anlatıyor: "Edebiyat kendisini asıl gerçek olarak sunmaz. Esnek oluşundandır ki herkesin içine girebileceği engin bir dünyadır o. Zamanın ve mekanın ötesine taşar. Bu açıdan başka alanlara nazaran daha sağlam durur, dayanıklıdır. Doğmalar ise kapalı kutulara benzerler. Kapalı kalan şeyler bir müddet sonra kokuşur. Doğru şu yanlış şu, gerçeklik şöyle; o yüzden şunu yap, bunu yapma, şöyle davran, çerçevenin dışına çıkma diyenler insanın ruhun, düş dünyasını çoraklaştırır. Ruhsal bir kıyımdır bu. Kaldı ki durmadan değişen gerçeklikler içinde bir şeyi değişmezlik çerçevesinde açıklamak ve onu dayatmak çelişki, bu yüzden de nafile bir çaba. Edebiyat buna karşı düşüncede yetkin, düşüncede zengin insanlar yaratır. Edebiyatseverler sürekli düş kuran insanlardır. Bu sayede toplumun, otoritelerin hoyrat kollarından sıyrılırlar. Zihinsel bir kopuştur bu. Ulaşamasalar da cennetlerini zihinlerde canlandırır."
Edebiyatın yanı sıra Suriye'nin yemek ve müzik kültürüyle de tanıştırıyor yazar bizleri. Halep'in meşhur sofralarına konuk oluyoruz Araf ve Enes ile birlikte. Güne kahveyle başlanan bu kentte Falafel ve Humus'un sofra kültüründeki yerine dair bilgiler sunuyor.
Bölgenin Kürt sanatçılarını, dengbêjlerini ve onların bölge halkına etkisini anlatan yazar Aslan, bir yandan da Ortadoğu müziğinin mihenk taşları olmuş isimleri de romana bir nakış gibi işliyor. Sayfaları çevirdikçe kulağınıza bir taraftan Feiruz'un bülbül gibi şakıyan sesi çalınıyor sanki.
EFRÎN'DE YAŞAM
Araf'ın Qamişlo Katliamı protestoları ardından arkadaşlarının gözaltına alınması, kendisinin de üniversiteden uzaklaştırılmasıyla birlikte yazar okuyucuyu Efrîn'e konuk ediyor. Şimdilerde Türkiye destekli grupların elinde bulunan, yağma, talan, işkence, kaçırma vakalarıyla hatırlanan kenttin yeşiline konuk olunuyor. Araf geldiği Efrîn'de Kürt halkının özgürlük mücadelesinin farklı bir halini Ronî üzerinden tanıyor. 2011'de Rojava Devrimi'nin inşasının o günlerden hatta çok daha eskilerden başladığını anlatıyor.
ZEYTİNİN YEŞİLİNE SERENAT
Şimdilerde talan edilen zeytinlerin kent halkı için ne kadar önemli olduğunu yazarın kaleminden aktaralım: "Sonbahar bu sene hüzün getirmedi. Ortalık capcanlı. Her yerde şenlikli bir koşturma var. Zeytinlikler ara kovanı gibi. Keyifli naralar, incecik ağlama sesleri, yükselip alçalan kahkahalar, yapmacık azarlar, gönül okşar gibi sarf edilen zararsız küfürler. Sabahtan başlayıp akşama kadar süren yumuşak ve sürekli bir uğultu... Birçok zeytinliğin ürün verme senesi. Geçen yıl ağaçlar dinlenmedeydi her sene tane verseler ne iyi olurdu, diye iç geçirmeler eksilmese de zeytin ağaçları bildiklerinden şaşmıyor. Bir sene yüklenip diğer sene kısırlığa yatıyor. Zeytinlik sahipleri ilk senenin sefasını sürdükten sonra, ay sonunu zor getiren memurlar gibi ikinci seneyi borçlanarak, oradan buradan kısarak çıkarma telaşına giriyor. Ta ki uzun süren hicranın ardından çıkıp gelen canlarla buluşurcasına dallara pıtrak gibi yeniden zeytin taneleri doluşana kadar. Ayine dönen vuslatta nice yürek kendinden geçer. Herkesin cananı olup da kimsenin sevdasını karşılıksız bırakmayan o cilalı yeşil, gümüşi duvağını kaldırdığında ovalar koca bir düğün yerine döner. Canan gelmiş, ölü geçen nice zamanın ardından herkes can bulmuş."
Özgürlük mücadelesinin parçası olan Araf'ın bu yolculuğuna bir de Sterâ'ya duyduğu aşk eşlik ediyor.
İŞKENCE HÜCRELERİ
Romanda, genç, korkusuz ve halkının özgürlüğüne sevdalı gençlerin yaşamını okurken, tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi ihanet de öyküye dahil oluyor. Bu ihanetle birlikte Araf, ailesi ve Ronî, Suriye rejiminin işkencehanesiyle tanışıyor. Suriye'nin kimliksiz halkı Kürtlerin hangi saldırılara karşı direndiklerine ışık tutuyor yazar. Rojava Devrimi ile özürlüğe yürüyen, halkların ittifakını kuran Kürtlerin mücadelesini nasıl bedeller eşliğinde yürüttüğünü anlatıyor. Ayları bulan, gündüz ile gecenin birbirine karıştığı hücrelerde direnen bir halkın iradesine yer veriliyor.
MECBUR DEĞİLİZ...
"İklim Kahverengi" ancak böyle özetlenir: "Bir kapı açılır karanlıktan; sonu karanlık mı, aydınlık mı bilinmez... Mecbur ediliriz kirli kahverengiye, o kirden arınmak bizim elimizde. Ve diğerleri... Bir tarih yazıyor bu kitapta, bir tarih yazılıyor. Mevsimi kahverengiye çevirmek isteyenlere karşı direnmenin, vazgeçmemenin, dostluğun, aşkın, kültürün ve dilin tarihi. Tüm yaralar sarılacak elbet bir gün. Gözlerim elli kişiyi örten kahverengi battaniyelere takılı kalıyor. Kirine, kokusuna rağmen sarınmaya mecbur edildiğimiz dikensi battaniyeler. Koyu ve katı bir zamanın hükmü altında sürdüğümüz sancılı hayat gibi. Kahverengi sancılar..."
MA / Dicle Müftüoğlu