İZMİR - Saatli Muhalif Takvimi isimli kitabında okuru, doğa, insan, dil ve yaşama dair pek çok temayı, şiirsel bir anlatımla saran Şair Fadıl Öztürk, “Yazılarım, iktidarın bizi içine çektiği ‘terör’ kavramı etrafında şekillenen şiddet diline itirazdır” dedi.
Şair-yazar Fadıl Öztürk, Özgür Politika, Artı Gerçek gibi mecralarda yayınlanmış denemelerini, “Saatli Muhalif Takvimi” isimli kitapta topladı. Lîs Yayınevi'nden çıkan kitapta, 261 ayrı başlıkla Öztürk'ün takip ettiği gündemlere ilişkin yorumları yer alıyor. Daha önce "Suyu Uyandıran Sesim Olsun" (1988), "Esmer Bir Acı" (1995) ve "Hep Kuzeydi Gözlerin" (2000) gibi eserleri okurlarla buluşturan Öztürk, "Saatli Muhalif Takvimi” ve güncel siyasal, sosyal yaşama dair sorularımızı yanıtladı.
Yeni çıkan deneme kitabınız, takip ettiğiniz gündemlere ilişkin değerlendirmelerle birlikte doğadan, anılarınızdan ve imgelerle yoğrulmuşlar metinlerle dolu. Gündeme dair yaptığınız değerlendirmeleri şiirsel bir anlatımla okuyoruz. Yazılarınızdaki bu özelliği nasıl tanımlıyorsunuz?
Yazdıklarımın okuyana vardığında onun da kendi hayatında yolculuk yaparak muhalefet etmeyi kendi dışında yapılan bir şey değil, kendisinin de içinde olduğu, yaşananların bir parçası olduğunu ona hatırlatan olmasını isteyenim. Bu bir anlamda günlük politika yapma dilinin iktidarın bizi içine çektiği ‘terör’ kavramı etrafında şekillenen şiddet diline itirazdır. Yönetenlerin kurdukları dille toplumu ablukaya aldığı böylesi zamanlarda siyaset yapmak elitler arasında yapılan bir ‘iş’ olarak görüldüğü için toplumun ekseriyetini sessizliğe, durup gözlemlemeye, siyasetin onların ‘işi’ olmadığı, hayatlarının zarar görmeden sürecin atlatılması gibi halkı âtıl durumlara sevk eder. Okur, izler ama o muhalefet etmenin kendinde devam etmesini istemez, riske girmekten kaçınır. Sizin ‘şiirsel bir dil’ nitelemeniz tam da bu ablukayı kırmak, tıpkı yazılmış bir şiirin ihtiyacı olanlarca hayatında yol alması gibi yazıklarımı okuyanların kendi hayatında devam etmesini amaçlamaktadır. Şair olduğum için böyle yazmıyorum, şiirin vardığı yerde kendini yeniden var eden dilinin kapsayıcılığına inandığım için böyle yazıyorum. Özetle, yazdıklarım vardığı yerde okuyana hayal kurdurmayan anlatımlara da itirazdır aynı zamanda.
Asimilasyondan payını almış, bunun farkına varmış, iç acısını çekmiş biri olarak Kürt sorunu nihai bir çözüme kavuşmadığı sürece Kürt dili üstündeki baskıların kalkmayacağını hepimiz biliyoruz.
Dil üzerine de yazılarınız var. Kürtçe başta olmak üzere anadili sorunu hala can alıcı bir durumda. Kürtlerin kendi dillerine dair tutumunu nasıl görüyorsunuz?
Her birimiz yaşam alanlarımızda Kürtçe konuşmak ve yazmak anlamında bireysel ısrarlarımızla o dili kendimizce katkı sunarak yaşatabiliriz elbet. Asimilasyondan payını almış, bunun farkına varmış, iç acısını çekmiş biri olarak Kürt sorunu nihai bir çözüme kavuşmadığı sürece Kürt dili üstündeki baskıların kalkmayacağını hepimiz biliyoruz. Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerinden en olmazsa olmazıdır dil. Kitap, gazete, radyo ve televizyonlarla kendi dilini emziren kurumlar olması sevindirici, umut verici olsa da nihai çözümü Kürtlerin bütün haklarını almasıyla, okullarını açıp öğretimi kendi dilleriyle yapmaları, kendilerini yönetmede kendi dillerini kullanmaları, ticaret ve pazar dili haline gelmesiyle çözülebilecek bir sorundur.
"Selahattin Demirtaş'ı okumak" ile ilgili yazınız da yer alıyor. AİHM’in HDP eski Eş Genel Başkanı Demirtaş’a tahliye kararı verilmesine rağmen serbest bırakılmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Selahattin Demirtaş’ı serbest bırakmalarını beklemek yarattıkları korku iktidarını kendi elleriyle yıkmaya çalışmaları anlamına geleceği için şimdilik mümkün görünmüyor. Kaldı ki, Demirtaş’ın salınması, özgür olmayan bir ülkede cezaevinin içinden dışına çıkarılması muhalefet edenler üstünde yaratacağı moral üstünlüğünü bildikleri için bu haliyle derin dondurucuda tutmayı yeğleyecekler düşüncesindeyim. Ayrıca Avrupa ile zayıflayan ilişkilerinde tavizler kopararak iktidarlarını uzatmak için Demirtaş’ı bir rehine olarak kullanacaklarını da akıldan uzak tutmamak gerek. Keşke bir gülle bahar gelseydi...
ÖDP'nin Kürt politikasına dair eleştirinizi de görüyoruz. Kitapta buna yer vermeyi neden tercih ettiniz?
Ben 12 Eylül öncesi Devrimci Yol’un mücadelesi içinde yer almış, eylemlerimden dolayı müebbet almış, Türkiye’nin çeşitli cezaevlerinde on yıl yatmış biriyim ve ÖDP’yi oluşturanlar bir anlamda eski arkadaşlarımdır. Dönemin antifaşist mücadelesini yasallığa değil, meşru müdafaayla sürdürmüş, büyüyüp umut olmuşlara bir hatırlatmadır orada yazdıklarım. Öyle bir var oluşla toplumsal sorunlara çözüm üreterek büyümüşlerin, bugün özellikle Kürtlerin iktidardan çektikleri karşısında, kendilerini görmeyen, duymayan, konuşmayan egemen ulusun serin gölgesinde siyaset yapmalarına eleştirimdir.
Tecrit sadece Abdullah Öcalan üzerinde sürdürülen, o kişiyi dışarıdan yalıtan bir tecrit değildir. Uygulanan tecrit Kürtlerin mücadelelerini sürdürmekte beslendikleri damarlarının kesilmesidir.
Tecridin kaldırılması talebiyle üst üste açlık grevleri yapıldı. Leyla Güven öncülüğünde PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde tecridin kaldırılması talebiyle 20 Kasım 2018’de başlatılan açlık grevi eylemeleri bir kapı araladı. Bugün Güven yeniden cezaevine konuldu ve açlık grevi devam ediyor. Yıllarınızı hapishanede geçiren biri olarak tecrit ve tecridin topluma yansımasına ilişkin yorumunuz nedir?
Tecrit sadece Abdullah Öcalan üzerinde sürdürülen, o kişiyi dışarıdan yalıtan bir tecrit değildir. Uygulanan tecrit Kürtlerin mücadelelerini sürdürmekte beslendikleri damarlarının kesilmesidir. Kürtlerin önder kabul edip takip ettikleri ve seçtikleriyle aralarına örülen bir duvardır. Bir halkı direnmek için beslendiği kaynaklardan, onlara yol gösterenlerden kopararak mücadelelerini zayıflatmayı amaçlar. Tersten bakıldığında bu tecrit Kürt halkına uygulanan bilgiye, geleceğini tartışmaya uygulanan bir tecrittir. Üstelik bu tecrit, uluslararası sözleşmelerin altında imzası bulunan bir devlet tarafından sistematik olarak uygulanıyor. Bu hep böyle mi sürecek, elbette bir gün son bulacak. Bu son bulma da, Kürdün dur durak bilmeden mücadelesini sürdürmesinin sonucu olacak.
10 yıl boyunca 12 Eylül Cezaevlerinde yatmış, açlık grevleri, süresiz ve dönüşümlü açlık grevleri ve ölüm oruçlarını hayatında deneyimlemiş, tanık olmuş biri olarak her koşulda ölüm oruçlarına karşıyım. Çok kötü koşullarda yaşayan, aldıkları cezalar azmış gibi ailelerinden, onların bakımlarından uzağa sevk edilmiş arkadaşlarımın hayatlarını risk etmelerini doğru bulmuyorum. Elbette kendi haklarını savunmak, kazanımlarını ellerinde tutmalarına dikkat çekmek amaçlı kısa dönemli açlık grevlerine gitmeleri haklarıdır. Leyla Güven’in başlatıp sürdürdüğü ve o dönemde intihar ederek sürece hayatını feda edenleri sönmez bir acı olarak içimde taşıyorum. Bu tür eylemlerle kalıcı sonuçlara varmanın mümkün olmayacağının tarihidir cezaevleri. Bu anlamda sorunlara dikkat çekmek anlamında, şu andaki dönüşümlü olarak sürdürülen açlık grevleri gibi eylemler gereklidirler ama çözülmemiş binlerce sorunun cezaevlerinde yatanların boynuna yıkılmasından yana değilim.
Kürt ulusal birliği çalışmaları sürüyor, siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu tür oluşumların fiilen içinde yer almasam, uzaktan izlesem de elbette ki birlik çalışmalarını izleyen biri olarak sevindirici buluyorum. Ulusal birliğin oluşması bugünden yarına kısa zamanda gerçekleşeceği iyi niyetini taşımıyorum. Dört parçaya ayrılmış, dört egemen devletin kendine göre bozup şekillendirdiği coğrafyada kaderimizi değiştirecek bir birliğin oluşması Kürtlerin hak mücadelesinin başarıya ulaşmasının olmazsa olmazıdır. Mücadelenin doğası gereği zaman zaman can alıcı hale gelecek, zaman zaman da küllenen olarak paralel yürüyecektir.
* Bütün dünyayı saran pandemi günlerine dair kitabınızda sizin deneyiminiz de yer alıyor. Pandeminin başından beri bir nevi izolasyon dayatıldı. Neler yapıyorsunuz pandemi günlerinde?
Belki de on yıllık cezaevi hayatımın bana kazandırdığı bir alışkanlığım olduğu için dar alanlarda zamanımı olanca gücümle verimli kullanmaya çalıştığımı sanıyorum. Bu süreci okuyarak, yazarak ve kitaplarımı yayıma hazırlayarak geçiriyorum.
* Bir edebiyatçıyla yapılan her röportajda olduğu gibi ben de kitaplığınızdan bahsetmenizi isteyeceğim. En çok kimleri okuyorsunuz, özellikle okurlarınıza önereceğiniz yazarlar arasında kimler var?
"Okurlarım" kavramı bana yüksek perdeden söylenmiş bir söz olarak geliyor. Yazarla okuru eşitleyen kitaptır. Çünkü her okur yazanı, yazmayı besleyendir. Yersiz göğün, göksüz yerin asla olmaması gibidir yazar ve okur. Daha çok Latin Amerika yazarlarından Jorge Luis Borges, Gabriel Garcia Marquez, Eduardo Galeano, ve Yunanistan’ın büyük komünist ozanı Yannis Ritsos her durumda en yakınımda tutuğum yazarlardı.
MA / Sevda Aydın