Kadınlar, cezaevlerinde yarattıkları direnişi anlattı

  • kadın
  • 09:42 19 Kasım 2024
  • |
img

ANKARA – Özgürlük için Sanat İnisiyatifi, yolları cezaeviyle kesişen kadınların direniş deneyimlerini anlattıkları söyleşi düzenlendi. 

Özgürlük için Sanat İnisiyatifi tarafından "Bir direniş sanatı olarak kadın mücadelesi, hapsedildiğimiz evlerden ceza evlerine kadın direnişi" konusuyla Ankara Aralık Sahne'de söyleşi düzenlendi. Söyleşide İranlı Sosyolog Sara Baherirad, Türk Tabipler Birliği (TTB) eski Başkanı Şebnem Korur Fincancı, insan hakları savunucusu Günseli Kaya, siyasetçi Yüksel Mutlu, sanatçı Fatoş İrwen ve Aslı Alpar birer sunum yaptı. 
 
Dario Fo'nun yazdığı, Sevinç Koçak'ın yönettiği ve Ezgi Koç'un oynadığı "Ben Ulrike, Bağırıyorum" oyunu kısaltılmış versiyonunun sahnelenmesinin ardından başlanan söyleşide, ilk sözü alan insan hakları savunucusu Gülseli Kaya, 12 Eylül askeri darbesinde, askeri cezaevlerini kendi deneyimlerinin üzerinden anlattı. Mamak Askeri Cezaevi'nde kaldığını ifade eden Günseli Kaya, kaldığı hücrenin tabutluk diye tanımlanan 2 metre bir hücre olduğunu ifade etti. Hücrenin kırılmış bir boşluktan sızan ufak bir ışık aldığını dile getiren Günseli Kaya, tuvalet ihtiyaçlarını karşılamak için ördek diye tabir edilen plastik bir aletin verildiğini söyledi. "Neden kapatıldık biz bu tabutluklara?" diye soran Günseli Kaya, "Bizi neden teslim almak istiyorlardı? Neden bizim bedenimizi çürütmek ve bizim siyasal görüşümüz ve inançlarımızdan koparmak istiyorlardı? Biraz askeri darbe öncesine gittiğimizde halklar, insanlar örgütleniyorlardı. İşçi sınıfı sendikaları hızla büyüyorlardı ve üye sayısını arttırıyorlardı. Grevlerle sosyal ve ekonomik kazanımları büyüyordu. Artık devrim doğmaya başlıyordu" ifadelerini kullandı. 
 
MÜCADELEYE KULAK VERMEK 
 
Uzun yıllar sürdürdüğü insan hakları mücadelesi içerisinde cezaevlerinin olduğunu dile getiren TTB eski Başkanı Şebnem Korur Fincancı, "Cezaevleri demek ne kadar doğru, hapishanelerden demek daha uygundur. Hapishanelerde biliyorsunuz 2000 süreci önemlidir. 19 Aralık katliamının ardından F tiplerinin hayata geçişinin ardından şimdi alfabenin bütün harfleri var neredeyse. S tipi bizim kuyu tipi diye adlandırdığımız hapishaneler gündemde ve koğuşta bir arada olma halinden bambaşka bir yere doğru değişim olduğunu biliyoruz. Koğuşta bir dayanışmanın olduğunu direnme olanaklarının fazla olduğunu hepimiz yaşadık, gördük ve o dirençten aslında yeni hapishane modelleri çıkarıldı. Toplumu atomize edip bir birinden ayırarak mücadeleleri ve direnme alanlarını ortadan kaldırıyorlarsa hapishanelerde de benzer bir durumla karşı karşıyayız artık. Fakat direniş alanlarını ve noktalarını güçlendirmek adına hapis hanelerdeki kadınların mücadelelerine kulak vermek gerekiyor" diye konuştu. 
 
 'TAM 45 KİŞİ BİR HÜCREDE KALIYORDUK'
 
Siyasetçi Yüksel Mutlu, 45 kişilik koğuşlarda kaldıklarını, idarenin sayım dayatmasının kendilerinin kabul etmediğini, gardiyanların ise sayımı hiçbir zaman beceremediğini ifade etti. Yüksel Mutlu, kendi teklifleri olan yürüyüş sırasında sayımın da gardiyanların beceriksizliği tarafından bir türlü yapılamadığını belirterek, bu beceriksizliğe karşı en son kendilerinin sayımı yapmak zorunda kaldıklarını ifade etti. Cezaevlerinin kadınlara göre olmadığını söyleyen Yüksel Mutlu, "Ütopyamız hapishanelerin hiç olmadığı bir ülkenin olması. Kadınlar hakikaten direniyorlar hapishanelerde. Bugün de birçok kadın arkadaşımız yoldaşımız hapishanelerde tutuluyor, hukuksuz yere, ama benim konum kayyum" şeklinde konuştu.
 
Kayyım uygulaması ile cezaevlerinin birebir bağlantısı olduğunu söyleyen Yüksel Mutlu, eşbaşkanlık ve kadın mücadelesine dikkati çekerek, bunu sağlayan olgunun kadın özgürlük paradigması olduğunu vurguladı. "Bu durumu sağlayan neydi?" diye soran Yüksel Mutlu, "O neydi, kadın özgürlük mücadelesiydi. O neydi, demokratik ekolojik kadın özgürlükçü paradigmaydı. İdeolojik olarak 3 saç ayağı üzerine kurulu, eğer bunlardan birisi eksikse bence yerel yönetim anlayışımızda eksik kalırdı. Kayyum atandığında, kayyum sadece Kürt belediyelerine atanan bir kayyum değildi. Kayyum Türkiye'deki bütün kadın hareketlerine ve kadınlara yine seçme ve seçilme hakkına vurulan bir darbeydi. Şunu diyor: Sen seçebilirsin, ama ben kabul etmiyorum" diye kaydetti. 
 
'KAYYIMLAR İLK KADIN KAZANIMLARINA SALDIRIYOR'
 
Kayyım atamalarının üzerinde 10 yıl geçtiğini ve topluma rağmen bunun devam ettiğini dile getiren Yüksel Mutlu, şöyle devam etti: "Halk diyor ki 'Ben bunu seçiyorum' ama iktidar 'Hayır' diyor 'Sen seçersen ben senden alırım.' 2016'da kayyum Akdeniz Belediyesi'ne geldiğinde ilk benim odamdan açıklama yapıyor. Mor koltukları dışarı attırarak ilk mesajı benim odamda veriyor. Sonra orada kamusal alanda bir park yaptırmıştık, o parkta işte katledilen çocukların isimleri ve dörtlükler vardı. Yine kamusal alanda ikinci icraatı, o anıtı kaldırmak oluyor. Kadın sığınma evimizi kapatıp derhal Kur'an kurslarına çeviriyor. Ve bunlar sadece Akdeniz Belediyesi'nde değil, birçok belediyemizde yaşanıyor. Bugün yaşadığımız şey aslında şiddetin bu kadar artıyor olmasının gerekçelerindendir. Orada 'Birilerine para aktarıyorlar' meselesi değildir. Kadının siyasetine, diline, rengine ve özgürlük mücadelesine ket vurma meselesidir. Toplumda bu korkuyu yaratıp kadını eve itaate ve makul kadın olmaya zorlama halidir. Şimdi buna itiraz edenlerinde hapishaneye kapatıldığı bir ülkede yaşıyor ve bunun mücadelesini veriyoruz."
 
'İRAN'DA ERKEK VE KADINI AYIRDILAR'
 
İranlı Sosyolog Sara Baherirad, 1979 yılından sonra bir günde kapanmadıklarını ve 3 buçuk yıl savaş verdiklerini belirterek, şöyle devam etti: "Humeyni'nin kadınlar hakkında 'Şeytana uymasınlar' gibi söylemleri ile ilk kapanmayı başlatmıştı. Bir yerden sonra yasal olarak kadınlar bütün haklarını kaybetmeye başladı. 'Kamusal alanda kadınların kapanması gerekiyor' denildi. Kamusal alan ikiye bölündü. Erkek okulları ayrı kadın okulları ayrı olmaya başladı. Yavaş yavaş biz kadınlar erkek görmemeye başladık, erkeklerde kadın görmemeye başladı. Ben 21 yaşında evlendim ve boşandım, o güne kadar mesela erkek ile karşılaşmadım. Erkek nasıl düşünür bilmiyordum. Yani o kadar bizi ayırdılar. Ben normal bir ailenin çocuğuydum, muhafazakâr bir ailenin çocuğu değildim. Benim annemin sesi çok güzel. Annem, 'Kadın sesi yasak olmasaydı ben şarkıcı olurdum' diyordu. Ben böyle bir şey hatırlıyorum:  Oturmuşuz, Tebriz'de evimizde. Evin bir tane odası var, küçük bir tane kasetçalar var. Annem içeride kendi sesini kaydederdi, fakat kasetçalarda yasaktı. Annem, 'Aman aman, komşular duymasın' der, kısık ses ile ancak sesini kaydederdi. Kasetçalarlar ise birer suç aletiydi".