Cudî’nin eteklerinde pale orkestrası

img
ŞIRNEX - Cudî Dağı eteklerinde kilamlar eşliğinde buğday biçen paleler, yüzyıllık bir kültürü sürdürdüklerini belirtti. 
 
Hava sıcaklığının 40 dereceyi bulduğu Şirnex’te paleler (hasatçı), kilamlar eşliğinde buğday biçmeye başladı. Paleler, Cudî Dağı’nın eteklerinde bulunan ve biçerdöverlerin giremediği bahçelerde imece usulüyle buğday biçiyor. Botan yöresinden kilamlarla bir orkestrayı andıran paleler, oraklarını aynı anda sallayarak buğday biçmeleriyle renkli görüntüler oluşturuyor. Dengbêj Rezanê Batû’nun seslendirdiği kilamlar eşliğinde biçilen buğdaylar, gençler ve kadınlar tarafından toplanıyor. Yüzyıllık bir kültür olan kilamlar eşliğinde buğday biçmede en büyük emeği hem ot toplayarak hem kazanlarda yaptıkları yemeklerle kadınlar harcıyor. 
 
Teknolojinin kültürel asimilasyonuna karşı direndiklerini ve yüzyıllık kültürü sürdürdüklerini belirten paleler, bunu gelecek nesillere aktarmayı amaçladıklarını söyledi. 
 
BUĞDAY BİÇME GELENEĞİ 
 
Geçmişten bugüne yaşatılan orak ve tırpanla buğday biçme geleneğini sürdürmek istediklerini dile getiren Osman İrmez (66), “Ekin biçme zamanı geldiğinde eskiden en az 100 kişiyle birlikte bir kişinin bahçesine girerek, buğdayı imece usulüyle biçiyorduk. 50 gün boyunca çevrede bulunan bütün arpa ve buğday tarlalarına girerdik, bitirene kadar çalışırdık. Bu kültürü sürdürmek için elimizden geleni yapıyoruz. Eskiden biçerdöver ve patos yoktu. Atlarla buğday ve arpayı öğütüyorduk” şeklinde anlattı. 
 
Gelişen teknolojiyle birlikte halkın kendi kültürünü yaşatamadığını ifade eden İrmez, “Her ne kadar teknoloji ilerlemişse de buna karşı kendi kültürümüzü yaşatmalıyız. Eskiden sabahtan öğleye kadar sürekli dengbêj eşliğinde çalışıyorduk. Dengbêj eşliğinde çalıştığımız için yorulduğumuzu da hissetmiyorduk” ifadelerini kullandı. 
 
KÜLTÜREL FARKINDALIK YARATMA 
 
Buğday ve arpa biçme işlerinin kültürel farkındalık yaratma açısından önemi üzerinde duran Sabri Ülger (62), “Kendimi bildim bileli orakla buğday biçiyorum. Bu bize kalan bir kültürel mirastır ve yaşatmalıyız. İnsanlar bu şekilde yardımlaşarak ekinlerini hem erken hem de çok yorulmadan biçiyor” diye konuştu. 1990’lı yıllarda devlet baskıları nedeniyle binlerce kişinin köylerini terk etmek zorunda kaldığını hatırlatan Ülger, bu baskılarla aynı zamanda imece usulüyle ekin biçme kültürünün de yok olmayla karşı karşıya kaldığını ifade etti. Ülger, dayanışma kültürünün de giderek yok olduğunu belirterek, “Köyde bir akrabamızın ya da bir yurttaşın ekin biçme zamanı geldiğinde komünal bir şekilde hepimiz yardım ederdik. Dengbêjler eşliğinde tarlalarımızı bir bayram ve şenlik havasında biçerdik. Teknolojiyle birlikte kadim Mezopotamya halkları arasında bu kültür yok olmaya başladı. Hepimiz sisteme bağımlı hale gelmişiz. Bu durumu aşmak için dayanışma kültürünü geliştirmeliyiz” diye belirtti.
 
KOMÜNAL YAŞAM YOK OLMA AŞAMASINDA 
 
Mele Kasım Yiğit, 50 yıl öncesine kadar komünal ve doğal bir yaşamın söz konusu olduğunu vurgulayarak, “Komünal yaşam içerisinde tarla biçmeden tutalım, kış hazırlığı, odun toplamasından, hayvanlar için çalı toplanmasına ve çobanlığa kadar vardı. Ancak teknolojinin gelişmesiyle birlikte bu komünal yaşam yavaş yavaş gerileyerek yok olmaya başladı. Oysa komünal yaşamın temelleri Mezopotamya’da atıldı. Gelinen noktada ise bu kültürümüz yok olma aşamasındadır. Bunun nedeni de gelişen teknolojiyle başlayan savaşlardır. Bu şekilde coğrafya adeta delik deşik edilmiş ve komünal yaşam yok edilmiş. Eski bereket kalmamış. Nereden geldiğimizi unutmayalım, eğer unutursak, nerede olursak olalım bizler yok olmaya mahkum oluruz. Kültürümüze sahip çıkalım, çünkü kültürümüz varlığımızdır” diye konuştu.
 
KADINLARIN ORTAK EMEĞİ 
 
Paleliğin kadın ve erkeğin ortak bir şekilde yaptıklarını aktaran Şadiye Sümbül (55), “Erkekler ekin biçme işiyle uğraşırken, biz kadınlar da hem yemek işi hem de biçilen buğday ve arpaları bir alanda toplama işiyle uğraşıyoruz. Eskiden ekin biçme işleri yaklaşık bir ay sürüyordu ve keyifli geçiyordu. Elimizden geldiğince kültürümüzü yaşatmak istiyoruz” dedi.
 
MA / Zeynep Durgut - Mehmet Güleş