Tanıkların anlatımlarıyla 28'inci yılını dolduran ‘Ölüm Yürüyüşü' 2020-01-07 10:46:37   İZMİR – Turgut Özal’la ile birlikte yerleşme başlayan özelleştirme ve taşeronlaşma politikalarına karşı İzmir Büyükşehir Belediyesi işçilerinin 7 Ocak 1992'de Ankara’ya başlattıkları ve 28 gün süren “Ölüm Yürüyüşü”nün üzerinden 28 yıl geçti. İzmir’den tüm ülkeye yayılan tarihi eylemi, dönemin tanıklarından Kani Beko ve Hacay Yılmaz anlattı.   Türkiye işçi sınıfı mücadelesinin tarihine 28 günlük “Ölüm Yürüyüşü” olarak geçen işçi direnişinin bugün 28’inci yıl dönümü. 26 Mart 1989'da yapılan yerel seçimlerde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na SHP’li Yüksel Çakmur’un seçilmesinin ardından 1991 yılında belediyenin otobüs işletmesi olan Elektrik Su Havagazı Otobüs ve Troleybüs (ESHOT) işçileri aylarca maaşlarının ödenmemesi üzerine eyleme geçti. ESHOT işçilerine bir süre sonra benzer sorunlarla İZSU ve belediyenin diğer bazı birimlerinde çalışan işçilerin de katılmasıyla direniş büyüdü.    Yaklaşık 8 bin dolayında işçi, her gün öğlen Büyükşehir Belediyesi önünde toplanıp haklarını aramaya başladı. O dönem aralarında DİSK eski Genel Başkanı ve CHP İzmir Milletvekili Kani Beko’nun da olduğu 405 işçi, bu eylemler nedeniyle tazminatsız olarak işten çıkarılır.    Bunun üzerine işçiler işten çıkarılan arkadaşlarının geri alınması ve maaşlarının ödenmesi için Ankara’ya yürümeye karar verir. Özelleştirme ve taşeronlaşmaya karşı, tüm engellemelere ve fiziki zorluklara rağmen kararlılıkla çıkılan bu yol “Ölüm Yürüyüşü” adını alır.   İzmir Basma Fabrikası'nda 1975'de işçi olarak çalışmaya başlayan Kani Beko, 1977 yılında bu kez belediyenin diğer bir kuruluşu olan ESHOT'un Güzelyalı'daki troleybüs atölyesinde lastikçi olarak işe başlar. Burada DİSK'e bağlı Genel-İş Sendikası örgütlenmesini yapan Beko, DİSK'in 1980 darbesinden sonra kapatılması nedeniyle sendikal faaliyetlerini bir süre Türk-İş bağlı Belediye-İş Sendikası'nda sürdürür.   ‘YÜRÜYÜŞE GEÇTİĞİMİZDE İZMİRLİLER YANIMIZDAYDI’   “Ölüm Yürüyüşü”nün örgütleyicilerinden biri olan Beko, o günlere dair sözlerine 1990’lı yılların özelleştirme ve taşeronlaşmaların başladığı yıllar olduğunu hatırlatarak başladı.   Özelleştirmeyi ve taşeronlaşmayı durdurmak sürekli eylemler yaptıklarını belirten Beko, 7 Ocak’ta İzmir’den Ankara’ya yürüme kararı aldıklarını dile getirdi.  Beko, eylem sabahını şöyle anlattı; “Sabahın erken saatlerinde Konak’ta bir araya geldik. İşçi kardeşlerimiz yürüyüş hazırlıklarını yapmışlardı. İzmir’den Ankara’ya yürüyüşe geçtiğimizde on binlerce İzmirlinin de bizim yanımızda yer aldığını gördüm. Hiç unutmam,  İzmirliler bize el sallıyordu…”   ‘KAR, SOĞUK, FIRTINA, GELİYORUZ ANKARA’   Ertesi sabah yollarının Kemalpaşa’da jandarmalar tarafından kesildiğini söyleyen Beko, dönemin İzmir Valisi’nin Kemalpaşa’ya bizzat gelerek; ‘Artık yürüyemezsiniz. Karayolunun hayati tehlikesi olabilir, bu yüzden izin veremeyiz’ dediğini aktardı. İşçilerin Vali’ye cevabının ‘Yollar sizinse dağlar da bizim’ diyerek tepki gösterdiğini belirten Beko, yaklaşık 15 kilometre boyunca dağ yamaçlarından yürümeye başladıklarını kaydetti. Yollarının Manisa’nın Turgutlu ilçesine vardıklarında jandarmalar tarafından bir kez daha kesildiğini anlatan Beko, ancak işçilerin dönemin simgeleşen “Kar, soğuk, fırtına, geliyoruz Ankara” sloganlarıyla jandarma barikatını aştığını ifade etti.   ‘UZAYAN SAKALLARIMIZ SOĞUKTAN DONUYORDU’   28 gün süren yürüyüşte her gün 20-25 km’ye yakın yol kat ettiklerini dile getiren Beko’nun o günlere dair zihninde kalan bazı detaylar ise şunlar: “İzmir’den Ankara’ya kadar ilçelerde, illerde bizler için etkinlikler yapılıyordu. Köylüler kendi hazırlamış oldukları ekmeklerini, zeytinlerini, peynirlerini bizlerle paylaşmıştı. Uşak’ta çok güzel karşılandık, ailelerimiz de gelmişti. Ailelerimizle beraber olduğumuz o gece çok duygulanmıştık. Uşak’ta iki genç evlenmek için bizim kente geleceğimiz tarihi belirlemişler, çok duygulanmıştık. Bir de Ocak ayı olduğundan dolayı yollar çok soğuk ve karlıydı. Aldığımız karardan dolayı sakal tıraşı olmuyorduk ve uzayan sakallarımız soğuktan donuyordu.”    HÜKÜMETİN TUTUMUNA KARŞI AÇLIK GREVİ   28 günün sonunda Ankara’ya vardıklarında Başbakan Süleyman Demirel’in başkanlık yaptığı bir heyetle görüşen işçiler arasında yine Kani Beko da vardır.    Beko, o görüşme ve sonrasında yaşananları şu sözlerle dile getirdi: “Biz heyet olarak görüşmeye gittik. Demirel’e atılan 405 işçi arkadaşımızın işlerine geri dönmesini ve ödemelerimizin yapılmasını istediğimizi söyledim. Görüşmeden çıktıktan sonra sendikadan arkadaşlarımız görüşmelerin süreceğini, artık İzmir’e dönmemiz gerektiğini söyledi. Arkadaşlarımız hükümete inandılar. Geri dönüş yolunda emniyet güçleri çok sert davrandı. Yola çıkan arkadaşlarla görüşüp, bir komite kurduk. Komite olarak Ankara’ya geri döndük ve Türk-İş’te açlık grevine başladık. Açlık grevinin 20’inci gününden sonra Hükümet ile son görüşmemizi yaptık. İzmir Belediye Başkanı Yüksel Çakmur’un bizi işe almayacağını söylediler. Kendi aralarında yaptıkları görüşmelerde bizlerin Karşıyaka, Konak, Bornova ve Buca belediyelerinde iş başı yapabileceğimize karar vermişlerdi. Bizler çok uzun süre boyunca işsizdik, ekonomik olarak zorlanıyorduk. Yapılan teklifi kabul etmek zorunda kaldık.”   ‘BANA HALA LASTİKÇİ KANİ DİYENLER VAR’    Kendisine atfedilen ‘Lastikçi Kani’ lakabının ESHOT’un lastik atölyesinde çalıştığı yıllardan geldiğini paylaşan Beko, “Yaptığım işten dolayı ‘lastikçi’ diyorlardı. Hala da diyenler var ve bununla gurur duyuyorum. Ait olduğum yer oralar” diye belirtti.   İzmir-Ankara ölüm yürüyüşünün kendisi için bir dönüm noktası olduğunu vurgulayan Beko, “Bütün arkadaşlarımı sevgi, saygı ve özlemle anıyorum. Onlar tarihte yerini aldılar. Her mücadelenin mutlaka bir karşılığı vardır. Bizim vermiş olduğumuz bu mücadele karşılıksız kalmadı. Türkiye işçi sınıfına armağan olsun” dedi.   YAZARLARIN KALEMİNDEN ÖLÜM YÜRÜYÜŞÜ   Haklarını arayan işçilere destek vermek amacıyla Ölüm Yürüyüşü’ne katılan Hacay Yılmaz, Kadir Pehlivan ve Necmi Aksoy ise, yürüyüşün güncesi olma niteliği taşıyan “İzmir’den Ankara’ya Ölüm Yürüyüşü” adlı bir kitap kaleme aldı. Hacay Yılmaz, bu önemli yürüyüşü geleceğe taşımak amacıyla kitaplaştırdıklarını dile getirdi.   Yürüyüşün olduğu dönemin konjonktürel yapısına değinen Yılmaz, “Bilindiği gibi 12 Eylül faşist darbesinden sonra 89 yılında yüz binlerce işçi işten atılmıştı, Bahar Eylemleri başlamıştı. 90-91 yılında işçi ve emekçiler hem 12 Eylül’ün hak gaspına hem de Turgut Özal’ın ekonomik politikasına karşı sokaklardaydılar. 3 Ocak 1991 yılında 12 Eylül’den sonra en büyük genel grev yapılmıştı. 1991 yılında binlerce on binlerce Zonguldak maden işçileri Ankara’ya büyük bir yürüyüş yapmışlardı. Maden işçilerinin o yürüyüşünde Türkiye; ‘Botan-Zonguldak el ele’ sloganları atılıyordu. Çünkü aynı tarihlerde Kürt illerinde insanlar kimlikleri ve özgürlükleri için ayağa kalkmışlardı. Bu anlamda atılan slogan çok önemliydi” dedi.    ‘EMEK VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ BİRLEŞMELİ’   İzmir belediyesi işçilerinin Ölüm Yürüyüşü eyleminin bu politik atmosferde doğduğunu ve Türkiye işçi ve emekçi sınıfının gündemine oturduğunu vurgulayan Yılmaz, Yüksel Çakmur’un do dönem işçi eylemlerine yönelik sarf ettiği ‘Emek, en yüce değer değildir’ sözlerine karşı işçilerin her yerde ‘Emek en yüce değerdir’ diyerek eylemler yaptığını belirtti.    Aradan geçen 28 yılda emek ve özgürlük mücadelesinin birlikteliğinin elzem olduğunu söyleyen Yılmaz, bu yaratıldığında siyasal iktidarın ve kapitalizmin krizinin aşılabileceğini vurguladı.    MA / Sevda Aydın