İZMİR - Ekolojik tahribatın içilebilir su sorununu her geçen gün büyüttüğünü ifade eden ekolojist Ertuğrul Barka, yağmurun bile zehirli yağdığını belirterek, “Hükümet, doğayı metalaştırarak madenler, sular, ormanlar, körfezler, koylar ve kıyıları yaşam alanı olmaktan çıkardı” dedi.
Dünya ve Türkiye'de artan nüfusa paralel olarak, küresel ısınma ve kuraklık nedeniyle suya talep artarken, tatlı su kaynakları ise her geçen yıl azalıyor. Yağışlar, su talebini kısmi olarak karşılayacak olsa da temiz su kaynakları, ekolojik tahribata neden olan projeler nedeniyle sürekli kirleniyor.
Jeotermal Enerji Santralleri (JES), Rüzgar Enerji Santralleri (RES), Hidroelektrik Santralleri (HES), altın madenleri, taş ve maden ocaklarının peşi sıra dizildiği Ege Bölgesi’nde de temiz suya ulaşılabilecek en önemli su kaynakları tehdit altında. İzmir’in en büyük içilebilir su yatakları olan Tahtalı Barajı Efemçukuru altın madeninde siyanür kullanıldığı iddialarıyla tehdit altındayken Menderes Nehri de, sanayi atıkları ile kirletiliyor. Tahtalı Barajı ve Menderes Nehri’nin kirletilmesinin temiz su kaynaklarının kirletilmesiyle ilgili iki örnek olduğunu belirten ekolojist Ertuğrul Barka, ekolojik tahribatlardan dolayı havadaki yağmurun bile zehirlendiğini dile getirdi.
‘RANT İÇİN BULUTLAR BİLE SATILIYOR’
Sermayenin kendini yaşatabilmek için büyümek zorunda olduğunu belirten Barka, mevcut hükümetin doğayı metalaştırarak madenler, sular, ormanlar, körfezler, koylar ve kıyıları yaşam alanı olmaktan çıkardığını vurguladı. Dünyada sermaye ve rant için havadaki bulutların bile satıldığına dikkat çeken Barka, “Örneğin Bolivya’daki devrim böyle bir su devrimi. Havada kütle bulut var. ‘Bu havza bu kadar yağış alıyor’, ‘Bu havzada bu kadar milyon metreküp su birikiyor’ deyip bunu su şirketlerine satıyorlar. Ve köylüler içecek sularını artık satın almak zorunda olup; ama alacak ekonomik yapıda olamadıkları için evlerinin oluklarının altına bidonlar koyup su alıyorlardı. Ancak bu şekilde elde ettikleri suyu da askerler gelip döküyordu ve o biriktirdikleri suyu da şirketler, satış fiyatının on kat, yirmi kat cezayla onlardan tahsil ediyordu. Hatta hapis cezaları bile veriliyordu. Bu tür örnekler dünyada mevcut. Biz şimdi kendi kapımızın önünü süpüreceğiz. Türkiye’den sorumluyuz. Türkiye’de de böyle yapılıyor. HES diyorlar; ama esasında sulara el konuluyor. HES’ler, doğayı daha da talan etmek ve kirletmektedir. Bir buçuk litrelik pet şişelerde aldığınız suyu, o pet şişeye koyabilmek için 17 litre su kirletiliyor. Paketleme esnasında kullanılan bu su kullanılamaz hale getiriliyor” diye konuştu.
‘HAVA ALINIP SATILIYOR’
Ege’de yapılan JES, RES, HES, taş ocakları ve maden ocakları gibi doğa tahribatına neden olan enerji faaliyetlerinin içilebilir suyu yok ettiğinin altını çizen Barka, yağmurların bile zehirli yağdığını belirtti. Barka, yağmurun zehirlenmesi nedeniyle tarımın da yok olduğunu kaydetti. Özellikle Ege Bölgesi’nde ekolojik anlamda inanılmaz bir yağma olduğunu vurgulayan Barka, sermayenin kendini yenileyebilmek için ekolojik yalanlar uydurduğunu dile getirdi. Mevcut hükümetin ekolojik sorunları yatırım adı altında halka yutturma çabası içinde olduğunu ifade eden Barka şunları söyledi: “Artık sermaye ya da yatırım adı altında hava alınıp satılıyor. Avrupa, Türkiye’ye demir çelik, enerji tesisleri, termik santraller, çevrim santrallerini yığdı. Petrol rafinelerini, madenciliği yığdı. Kendi yapmadıkları kirli işleri bizim gibi ülkelere yığdılar. Şimdi, Türkiye’de yağan yağmurların karakterlerine ve asitlik ve bazlık ölçüsüne bakacak olursanız, asidik karakterli yağmurlar yağıyor.”
‘SU YOKSA YAŞAM DA YOK’
Uşak Kışladağ altın madeninde yağan yağmurların pas çözücü etki yarattığının kanıtlandığını dile getiren Barka, madende kullanılan maddelerin asidik karakterli olmasından dolayı yağan yağmurun da pası çözdüğünü dile getirdi. Ege Bölgesi’ndeki sanayi ve enerji santrallerinde ağır materyallerin kullanıldığını aktaran Barka, “İnsanlarda üst solunum yolları tahribatına neden oluyor. Peki ne yapılabilir? Derhal yapılacak yatırımların, ÇED raporları gerçekten ekolojik değerler çerçevesinde yapılıyor mu yapılmıyor mu diye kontrol edilmeli. O bölgede insanların onayı olup olmadığı net bir şekilde ortaya çıkarılmalı. ÇED ile ilgili gerçekleri hayata geçirmeyince doğa yok oluyor, yaşam yok oluyor, kültürler yok oluyor, barış yok oluyor. İçilecek su yoksa yaşam da yok. Bu kadar basit. Yaşam suda başlamıştır. Su yoksa yaşam da yok. Parayla alabilen alacak ama alamayanlar ne olacak? İşte Afrika’daki susuzluktan ölenler, susuzluğun getirdiği hastalıklar... Onun için olanı kabullenmek yerine olana tepki koymak, yaşamı fark gözetmeden savunmak adına karşı çıkmak gerek” ifadelerini kullandı.