ADANA - Türkiye ve bölgede yaşanan ekolojik tahribatlara dikkat çeken Prof. Dr. Beyza Üstün, "Bütün bu yasalarla meşrulaştırılmaya çalışılan ekoloji suçlarına karşı yan yana durmak meşrudur" dedi.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Adana Şubesi, Sosyal Haklar Derneği (SHD) Adana Temsilciliği ve Adana Çevre Platformu’nun düzenlediği "Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısını Konuşuyoruz" paneli Seyhan Belediyesi Yaşar Kemal Kültür Merkezi'nde gerçekleşti. Panele insan hakkı savunucuları, Halkların Demokratik Partisi (HDP) İl yönetimi ile çevre dostları katıldı.
Açılış konuşmasını yapan Adana Çevre Platformu üyesi Yaşar Gökoğlu, kentte yapılan çevre katliamlarına dikkat çekti. Adana'nın Saimbeyli ve Feke ilçelerinde çok sayıda Hidro Elektrik Santralleri (HES) yapıldığını söyleyen Gökoğlu, bölgede ekoloji mücadelesinin yürütülmesi gerektiğini söyledi. Doğanın tahribatına karşı ekolojik bir örgütlenme ve mücadele gerektiğine dikkat çeken Gökoğlu, "Sorun hepimizin sorunu. Topografyamız değiştiriliyor" dedi.
'YAŞAM ALANLARI ACIMASIZ BİR SALDIRI ALTINDA'
Prof. Dr. Beyza Üstün ise, yasa tasarısına dikkat çekerek, "Benim tanımıma göre, ekolojik suçları kapatıyorlar. Yaşama, yaşam alanlarına müdahaleyi meşru hale getiren bir yöntem. Nasıl 7 Haziran'da Meclis’in parlamenter sistemden koparıldığını ve demokratik çalışmalara son verildiğini hepimiz biliyoruz ve bir gerçekliğe daha hepimiz tanığız. Buna itiraz edenler de son derece acımasız saldırı altında, yaşamlarını da yitiriyorlar” dedi.
'2012'DEKİ KARARI 2015'TE SUR'DA CİZRE'DE UYGULADILAR'
Üstün, “kentsel dönüşüm” adı altında yapılan rant politikalarını hatırlatarak, “Tarlabaşı ve Sulukule'de yapılanlar, 2015 yılında Cizre'de, Sur'da, Nusaybin'de yapıldı. Müdahaleler başlarken aslında halkların dayanışmasını kırmaları gerekiyordu. Elleri çok güçlüydü. Yıllardır Kürdistan coğrafyasında Mezopotamya havzasında yaptıkları HES'leri nasıl meşrulaştırıyorlarsa 'güvenlik' gerekçesine sığınarak, Sur'da, Cizre'de özgürlük mücadelesi veren, kendi yaşamlarını örmek isteyen halklara yapıldı. 2012 yılında aldıkları kararları 2015 de Sur'da uygulamaya başladılar. Topla, tüfekle yıkıp başka bir sermayenin inşaat şirketlerine devletin tüm araçlarını kullanarak açmaya başladılar. O bölgeden çıkmayan halklara hala aynı zorbalıklar yapılıyor. Yaşamdan geçmişlerinden, belleklerinden koparılmak isteniyorlar" dedi. İktidarın bu tasarıyı 2009'da pişirdiğini, 2011'de Meclis’e getirdiğini; ancak tepkiden kaynaklı çekildiğini anımsatan Üstün, bu yasada koruma alanlarının, sit alanlarının, “Milli Park” olarak tanımlanan alanların koruma statütelerini ortadan kaldıracak bir madde olduğunu belirtti.
‘SALDIRILARA KARŞI YAN YANA DURMAK MEŞRUDUR’
Şu an korunan hiçbir alanın olmadığını ifade eden Üstün, tasarıda kıyı alanlarının da sermayeye açıldığının yer aldığını söyledi. Yaptıkları bu müdahalelerin hiçbirinin meşru olmadığının altını çizen Üstün, şöyle devam etti: “Orada yaşayan canlıların yaşam hakkının ellerinden alınması ne devletin ne herhangi bir şirketin olamaz. Sur'da, Cizre'de yapılan müdahaleye karşı durmak için orada yaşamak zorunda değilsiniz. Şu anda herkesin yaşam hakkına müdahale ediliyor. Biz hem geçmişimizi hem de gelecek yılları ve bu ekosistemi korumak için bir aradayız. Bütün bu saldırılara, bütün bu yasalarla meşrulaştırılmaya çalışılan ekoloji suçlarına karşı yan yana durmak meşrudur."
Müdahalenin faşizm ve kapitalizm müdahalesi olduğunu belirten Üstün, bu sürecin halkların bir araya gelmesi ve ortak hareket etmesiyle aşılabileceğini belirtti. Ekolojik ve diğer tüm alanlara müdahalenin bir bütün olduğunu kaydeden Üstün, "Nasıl ki ekolojik mücadelede bugün Sur'da yapılan müdahalelere karşı Batı ve Kürdistan birleşmeye başladıysa bizlerde örgütlenerek, bir araya gelerek bu sürece karşı duracağız" dedi.