ANKARA - Ankara Garı önünde 10 Ekim 2015’te DAİŞ tarafından gerçekleştirilen katliam davasının karar duruşmaları görülüyor. Aileler ve avukatların hukuk ve adalet dersi verdiği yargılamada, devlet ise kendisini korumaya ve 3-5 sanığı cezalandırmaya odaklanmış durumda.
Cumhuriyet tarihinin en kanlı, en ağır bilançosuna yol açmasının yanı sıra Türkiye’nin ‘yeni’ döneminde karşılaşılan kötülüklerinin de başlangıcı sayılan 10 Ekim 2015 Barış Mitingi katliamı dava yargılamasının sonuna gelindi. DAİŞ eliyle gerçekleştirilip, 103 insanın hayatını kaybettiği, 500’den fazla insanın yaralandığı, binlerce kişinin mağdur olduğu katliamın üzerinden neredeyse 3 yıl geçti.
Katliamın failleri olarak yargılanan 19’u tutuklu, 36’sı firari 96 sanığın Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen dava duruşmaları, her ne hikmetse karar aşamasına gelmesiyle Sincan Cezaevi Yerleşkesi’ne alındı.
SİNCAN’A AKIN
Duruşmanın kendilerinden kaçırılmak üzere Sincan’a alındığına ve 3 gün sürecek oturumlarda karar verileceğini inanan aileler ile birlikte demokrasi ve barış mücadelesine gönül vermiş insanlar, dün duruşmanın ilk gününde Sincan’a akın etti.
Sabah erken saatlerde kent merkezinden davanın görüleceği Sincan’a araçlar kaldırıldı. Birçok insan ise kendi imkanları ile yerleşkeye ulaştı.
SİNCAN’DA DA SİLİVRİ MODELİ
Sincan Cezaevi Yerleşkesi’nde özellikle 15 Temmuz’dan sonra adeta sıkıyönetim uygulamaları mevcut. Ağırlıklı olarak darbe sanıklarının tutulduğu ve darbe yargılamalarının yapıldığı yerleşke için Gülen Cemaati’nin hükümet ortağı gibi hareket ettiği dönemde inşa edilen Silivri Cezaevi model alınmış durumda. Silivri Cezaevi’nde de önce “darbe” iddialarıyla tutuklanan Balyoz, Ergenekon davası tutukluları daha sonra ise muhalifler yargılanmaya başlandı. Cemaat mensupları, bir dönem yargılamak için inşa ettikleri bu mekanlarda bugün kendileri yargılanır hale geldi.
KATLİAMCILARA UYGULANMAYAN ‘GÜVENLİK’
Aileleri taşıyan araçlar, sabah saatlerinde Kurtuluş Parkı’ndan hareket etmeden polisler tarafından takibe alındı. Bir saatlik yolculuktan sonra Sincan’daki yerleşkeye varan araçlar, yerleşkenin hemen girişinde kurulan arama noktalarında durdurulup, araçlardan indirilen aileler didik didik arandı. Giriş işlemlerinin ardından ringlerle yargılamanın yapılacağı duruşma salonunun girişine gidildi. Aileler burada bir kez daha didik arandı, öyle ki kadınların makyaj malzemelerini bile içeriye sokmalarına izin verilmedi. Gazeteciler ise duruşma salonuna alınmadı.
YANITI ARANAN SORU: KATLİAM GÜNÜ NEREDEYDİNİZ?
Tüm bu sıkı “güvenlik” önlemleri karşısında çoğu 10 Ekim katliamının izlerini taşıyan yaralılar ve yüreği kanayan ailelerin ortak tepkisi, “Katliam olduğunda neredeydiniz” yönündeydi. Buna rağmen yaralılar, acılı aileler birbirlerine tutunup, bütün engelleri aşarak salonu doldurdu. Birkaç güvenlik çemberini aştıktan sonra ulaşılan, çatısında keskin nişancıların yer aldığı ve gazetecilerin dahi alınmadığı salondaki en tezat söz, mahkeme başkanının dile getirdiği “Açık yargılanmaya başlandı” sözleri oldu.
Ailelerin bu söze dönük tepkisi de haliyle “Hangi açık yargılama?” şeklinde oldu.
HERŞEYİ YENİDEN YAŞAMAK
Aileler için bir diğer zor durum, her duruşma günü katliamı yeniden yeniden yaşamaları. Her konuşan ve yaşadıklarını anlatan bir başkasının acısına değiyor. Özellikle yakınlarını kaybedenlerin, son anda ölümden kurtulanların, hayatları boyunca katliam izleri ile yaşayacak olanların anlattıkları yürek burkuyor. Yaralılardan birinin “normalde gökyüzünden insanların üzerine kar, yağmur ya da dolu yağar ama o gün bizim üzerimize insan parçaları yağıyordu” sözü, salondaki acının özeti gibiydi.
Bir başkası, “Çocuklarımız DAİŞ’in bombası ile değil, polisin gaz bombaları ile hayatını kaybetti. DAİŞ’in yarım bıraktığı işi polis gaz bombaları ile tamamladı” sözleriyle aslında olayın vahametine işaret ediyordu.
Gönderilmeyen ambulanslar, yapılan açıklamalar, DAİŞ’i koruyan beyanlar… Salondaki herkes asıl sorumluları işaret ediyor. Mahkeme heyeti de bu gerçeğin farkında ama onların görevi asıl sorumluları gizlemek.
AVUKATLARIN HUKUK MÜCADELESİ
Duruşmada uzun süredir mahkemenin ve iddia makamının her türlü engellemesine rağmen iğne ile kuyu kazar gibi delilere ulaşmaya çalışan, sadece Ankara Gar Katliamı değil, aynı zamanda 5 Haziran Diyarbakır ve Suruç katliamları arasındaki bağlantıları deşifre eden, DAİŞ’in Türkiye örgütlenmesine ve katliamlara giden süreçlere bu süreçte vakıf olan avukatlar söz aldı. Yoğun ve ciddi bir hazırlıkla her biri yargılamadaki eksiklerin ayrı boyutlarına odaklandı. Avukat Kazım Bayraktar, DAİŞ örgütlenmesine nasıl göz yumulduğunu, fiziki ve teknik takiplere rağmen katliamı yapanların korunduğunu uzun uzun anlattı.
Avukatlardan Nuray Özdoğan, katliamlar sonrası savcılık ve emniyetin nasıl delil kararttığını, İlke Işık ise toplamda yargılama sürecinin nasıl sadece birkaç sanığı mahkum etmeye odaklandığını uzun uzun anlattı.
ADALET VE HUKUKU TARİF ETMEK
Savcılık yapılan katliamı “canice cinayet” olarak tanımlarken, avukatların tamamı ve özel olarak Senem Doğanoğlu yargılamanın neden “insanlığa karşı suç” kapsamında tanımlanması gerektiğini hem ulusal hem de uluslararası hukuka dayandırarak gerekçelendirdi. 10 Ekim katliam davası duruşmasında en çok duyulan kavram “adalet” oldu. Devlet nezdinde “kriminal” olarak kodlanmış olanlar ve bu katliama maruz kalanların, duruşma salonunda üstelik de devletin hukuk kurumlarına “adalet ve hukuk” dersi vermesi, bir Türkiye klasiği olarak nüksetti.
Sanıklar mı? İlk başlarda kendilerinden emindiler, bol bol siyasi iktidara yaslanan beyanlarda bulundular. Ama artık harcanacaklarının hayal kırıklığını yaşıyorlar. Fakat yine de mağdurlara karşı kin ve öfke dolular.
SİYASETİN ÖZETİ MAHKEME SALONLARINDA
Bu tür katliam davaları ve genelde siyasi yargılamalar, Türkiye siyasetinin kurucu kodlarının, sistemin inşa edilme ve muhafaza edilme biçimlerinin en berrak şekilde dışa vurduğu mekanlardır. İşin ilginci muhaliflerin bedelini ağır bir şekilde ödeyerek kendilerini en özgür şekilde ifade ettikleri yerlerdir de. Siz söyleyeceğinizi söylersiniz, hakikate işaret edersiniz ama devlet bildiğini okur. Muhaliflerin beklediği adalet ile bu tür salonlarda inşa edilen “hukuk” hiçbir zaman bir birini tutmaz. Devlet kapı duvar olur ve bildiğini okumaya odaklanır. Üstelik bunu yaparken de karşısındaki ikna etme ihtiyacı hissetmez.
HERKESİN HESABI BAŞKA
Şimdilerde ise sistem değişikliğinin buralarda anında nasıl karşılık bulduğuna tanıklık etmek mümkün. Örneğin ailelerden birinin ağzından çıkan en küçük bir “AKP eleştirisi” anında mikrofonların kapatılmasına neden olabiliyor. Hele ki ‘Erdoğan’ adının geçmesine asla tahammül edilmez. Sadece mahkeme heyeti değil, o salonu dolduran devlet adına kim varsa ayaklanır. Dün yaşanan da bunun tipik örneklerinden biriydi.
10 Ekim katliamı davasında oluşturulan kurgu başından beri hiç değişmedi. Yargılama patlama ile ilişkisi tespit edilmiş birkaç “piyonu” cezalandırmak üzerine kuruldu ya da tersinden katliamda devletin sorumluluğunu gizlemeye ve görünmeye kılmaya…
Muhtemelen Çarşamba günü açıklanacak olan kararla da bu teyit edilmiş olacak. O salonu dolduran aileler birgün hakikatin gerçekleşmesini umarak davanın peşini bırakmayacak. Devlet de tıpkı Sivas Katliamı davasında olduğu gibi cezalandırdığı “katillere” yönelik varsa bir “diyet borcu”, onları tepkiler küllendikten sonra serbest bırakmaya odaklanacak. Bütün bunların değişmesi için de siyasi atmosferin değişmesi ve mağdur olanların kendi siyasi sistemlerini hakim kılmak dışında başka bir şansları bulunmuyor.
MA / Kenan Kırkaya