'Panzehir ulusal ve demokratik birliktir'

img

ANKARA - Ezilen halklar için diplomasinin önemine işaret eden Ayla Akat Ata, “Kaybettiğimiz yerden kazanabilmenin koşularını yaratabilmeli ve yeniyi inşa etmeliyiz. Zehir bölmek ve yalnızlaştırmak ise panzehir sağlanacak ulusal ve demokratik birliktir” dedi. 

Ortadoğu başta olmak üzere dünyadaki krizli hale PKK Lideri Abdullah Öcalan tarafından sunulan Kadın Özgürlükçü, Demokratik ve Ekolojik Paradigma uygulanmaya çalışıldığı Kurdistan’da saldırıların hedefi oluyor. Hem Öcalan’a yönelik tecrit hem de Kurdistan topraklarının tamamında emperyalist güçlerin onayıyla yapılan saldırılar sürüyor. Kürtler ve birlikte yaşadığı halklar Rojava başta olmak üzere bulundukları her alanda bu paradigmayı anlatıyor ve yaşamsallaştırmaya çalışıyor. 
 
Hem paradigmanın yaygınlaşması, tanınması hem de ona yönelik saldırılar karşısında en önemli araçlardan biri olarak da diplomasi kullanılıyor. Kürt kadınlar yürüttükleri mücadeleye paralel olarak diplomatik faaliyetlerini de yaygınlaştırmaya çalışıyor. Kongreya Jînen Azad (KJA) bünyesinde diplomasi faaliyetlerinde bulunan ve Kobanê Davası’nda ceza verildikten sonra tahliye edilen Ayla Akat Ata’nın cezaevinde iken gönderdiğimiz sorulara yanıtlarını mektup aracılığıyla iletti. 
 
Ayla Akat Ata
 
Diplomasi, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde ilişkilerin geliştirilmesinde kritik bir rol oynuyor. Peki, nasıl bir diplomasi izlenmeli ve hangi stratejiler kullanılmalıdır?
 
Tabi ki yapıcı bir diplomasi. Hem ulusal, hem de uluslararası düzeyde ilişkilerden bir gelişimden-gelişmeden bahsedilecekse, gerçekleşecek diplomasi yapıcı olmak zorundadır. Bu da ancak günümüz dünyasında uluslararası toplumun aktörleri olan devletlerin diğer devletler ile ve devlet olmayan aktörlerle kendi sınırları aşan ilişkileriyle bu ilişkileri etkileyen süreçleri ve ülke sınırları içerisinde yaşadıkları gerçekliği doğru anlamak; ekonomik, tarihsel, sosyolojik ve jeopolitik olarak değerlendirme yapabilmekle mümkün olabilecektir.
 
Diplomasi faaliyetlerinin tamamlayanı varılan anlaşmalar ve imzalanan sözleşmeler olur çoğu zaman. Eğer bu noktaya varılmamışsa, soğuk ya da sıcak, çatışma-savaş kaçınılmaz olur. Bu nedenle, bu anlaşma ve sözleşme süreçlerinin geçirdiği aşamalar gerçekleşmemişse, müzakere süreçleri ile müzakere tarafı güçlerin ve yerel aktörlerin niteliği ve amaçları, hatta müzakere yürütenlerin kişilikleri yapılan diplomasinin olumlu sonuç vermesi açısından önemlidir.
 
Diplomatik ilişkilerde genellikle sadece ulus devlet ve ona bağlı mekanizmaların kullanımı gerekliymiş gibi bir yaklaşım söz konusu. Devletsiz halkların geliştirdiği diplomasi hangi engellerle karşılaşıyor ve bu diplomasinin sağladığı avantajlar nelerdir?
 
 
Uluslararası ilişkilerin ilk ve hakim aktörü devletlerdir diyebiliriz. Ama değişen dünya gerçekliği içerisinde tek aktör değildir, olamaz da. Günümüz dünyasında uluslararası örgütler ve kuruluşlar, çok uluslu şirketler, devletsiz halklar, insan grupları ve gerçek kişiler de diplomasinin tarafı olmaktadır.
 
Dünyada tarih boyunca farklı toplumların, medeniyetlerin, ulusların ve farklı insan gruplarının birbirleri ile geliştirmiş olduğu ilişkiler söz konusu olmuştur. Diplomatik ilişkilerin sonuç vermediği, savaş ve çatışmalar bir yana göç, ticaret, yardımlaşma, ziyaret, seyahat, inanç sığınma, evlilik gibi çok farklı türde toplumsal, kültürel ve ekonomik ilişkiler ile ülke için de ya da dışında olsun; bu ilişkiler sonunda gerçekleşen diplomatik faaliyetler söz konusudur. Evet; doğrudur: toplumların tarihi gelişim süreçleri içerisinde ilk toplumlardan bugünkü modern toplumlara kadar geçen sürede insan grupları arasındaki ilişkileri hem içeride hem de dışarı da düzenleyen devlet ya a devlet benzeri bir otorite genel olarak hep var olmuştur. İlk çağlardan itibaren ya büyük imparatorluklar ya da küçük kent devletleri şeklinde var olan bu otorite 1648’den sonra Avrupa’dan kurulan modern uluslararası sistem veya düzen içerisinde ulus devletler olarak yani bir şektik olarak günümüze kadar gelmiştir. Bu nedenle uluslararası ilişkilerin ilk ve hakim aktörü devletlerdir diyebiliriz. Ama değişen dünya gerçekliği içerisinde tek aktör değildir, olamaz da. Günümüz dünyasında uluslararası örgütler ve kuruluşlar, çok uluslu şirketler, devletsiz halklar, insan grupları ve gerçek kişiler de diplomasinin tarafı olmaktadır.
 
Dünya coğrafyasında bugün neredeyse her kıtada devletsiz halkların varlığı söz konusudur. İspanya’da Katalonya ve Bask Bölgeleri halkları, Birleşik Krallık içerisinde yer alan İskoçlar, Kafkasya’da Güney Osetya ve Abhagya, Kanada’da Quebec Bölgesi, bugün sıcak savaşın da yaşandığı Ukrayna ve Rusya arasında kalan Kırım Bölgesi ve tabii ki bir parçası Türkiye sınırları içerisinde yer alan Kurdistan örnek olarak verilebilir. Ancak devletlerin başat aktör olduğu uluslararası toplumda avantajlı bir konuma sahip oldukları söylenemez. Ortaya koydukları taraflar ve mücadele yöntemleriyle hem bulundukları ülkelerde hem de dünya siyasetinde gündem oluşturabiliyor olsalar da bir yanıyla rekabet ve çatışma diğer yanıyla uyum ve işbirliğinin şekillendirdiği uluslararası ilişkiler ve diplomasi alanında varlık göstermenin yanında belirleyici olabilmek oldukça zordur.
 
Kürtler tarafından geliştirilen diplomasinin tarihsel bir geçmişi bulunmaktadır. Bu geçmişin günümüzdeki diplomasiye yansımaları ve bu deneyimlerden çıkarılan dersler nelerdir?
 
Ortak bir tarihin varlığı, bugünü şekillendirdiği gibi, yarını ele alıp planlarken yol gösteren bir ışıktır. Bundan yararlanmayı tercih ederseniz, aydınlattığı yolda yürürsünüz. Yok, sayar, açığa çıkardığı bilgi ve birikimden yararlanmazsanız, karanlığa mahkum olursunuz. Türkiye açısından değerlendirirsek, bugün yaşanan ekonomik, siyasal ve sosyal çöküşün, Kürt sorunun varlığı ve ‘Beka’ yalanı ile çözümsüz bırakılmasından bağımsız olduğunu söyleyebilir miyiz? Oysaki tarih objektif yaklaşılabildiği sürece sorunların çözümü için veri barındıran bir deryadır. Kürtler ve Türklerin ortak tarihi geçmişi de, bugün çözümü kendisini dayatan sorunlar yönünden ele alınabilecek yaşanmışlıklarla doludur. Ama tabi ki bunun için istekli olmak, doğru yere bakmak, görmek, anlamak ve gereken cesaret ve kararlılığı gösterebilmek gerekir
 
 
Tarih objektif yaklaşılabildiği sürece sorunların çözümü için veri barındıran bir deryadır. Kürtler ve Türklerin ortak tarihi geçmişi de, bugün çözümü kendisini dayatan sorunlar yönünden ele alınabilecek yaşanmışlıklarla doludur.
 
Kürtler Ortadoğu ve Mezopotamya’nın kadim halklarından, bugün 40 milyonu aşan nüfusları ile Türkiye, İran, Irak ve Suriye arasında parçalanmış coğrafyalarının şiddetin eksik olmadığı kaderini, gerçekliğini görerek e doğru tahlil ederek değiştirmeye, yeni yaşamı inşa etmeye çalışıyorlar. Bilim ve teknoloji çağındayız; ‘Yeni’ kendisini dayatıyor. Bunu gerçekleştiremeyenin yalnız kalacağı ve aşılacağı tartışmasız. Alparslan’ın; Yavuz Sultan Selim’in Atatürk’ün Kürtler ile geliştirdiği ilişki bir çok açıdan ele alınabilir. Ama tartışmasız olan, kazandırıcı yönü olduğudur. Bu da ilişkilerin sağlanması ve geliştirilecek diplomasi için iyi bir başlangıç noktasıdır. Sayın Öcalan, İmralı Cezaevi’nde en zor koşullar altında dahi bu konuda muazzam analiz ve değerlendirmeler yaptı. Kaldı ki ülkenin son 22 yılına hâkim siyasetin yürütücüleri bu gerçeği görüp, hakkı teslim ediyorlardı.  Ama eksik olan siyasal kararlılık, fedakârlık ve ekili eylem oldu.
 
Kürt siyasal ve özgürlük hareketinin 'Kürtlerin yüzyılı' olarak tanımladığı bu dönemde geliştirilen diplomasinin düzeyi nedir ve bu diplomasi yeterli midir? Tarihsel boyutuyla değerlendirildiğinde hangi başarılar ve eksiklikler öne çıkmaktadır?
 
Öncelikle belirtmek isterim ki, ‘Yapılan diplomasinin düzeyi ve yeterliliği’ konusunda söz söyleyecek bir konumda değilim. Ortadoğu’da ve dünyada önemli olayların ve değişimlerin yaşandığı son 8 yılda yaşadığım gözaltı ve tutuklamalar, sağlıklı bir değerlendirme yapmamı imkansız kılar. Ama tabi ki bir fikir sahibiyim. Kürtler, Ortadoğu’daki varlıkları, Kurdistan coğrafyasının sahip olduğu yer altı ve yer üstü zenginlikleri ile jeostratejik konumunun farkında olan bir halk artık. Yönetimleri altında yaşadıkları devletleri demokrasiye davet ediyorlar. Eşit, özgür, adil ve gönüllü birlikteliği mümkün kılan ve güvence altına alan sözleşmelerle- ki bu yapılacak yeni anayasalardır- sağlanacak ortak yaşam olasıdır. Ama emek ve fedakarlık isteyen yönüyle henüz egemenler tarafından bu yönlü bir tercih söz konusu olmadı. Ciddi bir zorlanma ile karşı karşıyalar. Çünkü küresel sermayenin bölgesel çıkarları da söz konusu. 
 
 
Unutmamak gerekir ki, bölerek ve parçalayarak bir yüz yıl Kürtlerden çalındı. Bir daha yaşanmasına izin vermemek için kaybettiğimiz yerden kazanabilmenin koşularını yaratabilmeli ve yeniyi inşa etmeliyiz.
 
Dünya hızla kutuplaşıyor ve uluslararası ilişkilerde iş birliği ve dayanışma, karşılıklı çıkar ve güç dengeleri gözetilerek bir nevi idealler, Ukrayna-Rusya savaşı ve son olarak 7 Ekim’den bu yana yeniden alevlenen İsrail-Filistin sorunu ile artık belirginleşen kutupların rekabetinde araç olarak kullanılıyor. Statüko da ısrarın kazandırmayacağı kesin. Türkiye açısından şartlar kendi hakikati ile buluşmayı zorunlu kılıyor. Aynı zorunluluk, bir yönüyle Kürtler açısında da geçerli; birlikte yaşadıkları halklar, dinler ve inançlar ile ve en önemlisi sınırların ötesine bakabilen bir perspektif ile kendi içlerinde ortak söz söyleyebilmeyi ve bu sözü eylemini ortaya koymayı başarabilecek mekanizmalar kurma noktasından var olan deneyimlerinden sonuç çıkarılarak, günün koşullarına uygun yeni mekanizmaların kurulması ve ittifakların sağlanması gerekiyor. Unutmamak gerekir ki, bölerek ve parçalayarak bir yüz yıl Kürtlerden çalındı. Bir daha yaşanmasına izin vermemek için kaybettiğimiz yerden kazanabilmenin koşularını yaratabilmeli ve yeniyi inşa etmeliyiz. Zehir bölmek ve yalnızlaştırmak ise panzehir sağlanacak ulusal ve demokratik birliktir.
 
Kobanê direnişi sonucunda geliştirilen diplomasi sonucunda "Dünya Kobanê Günü" ilan edildi. Bu süreçte, Rojava Kadın Devrimi'nin tanınması, soykırım politikalarının görünürlüğü ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın paradigmasının sınırları aşması gibi birçok tarihi olayda diplomasi faaliyetleri etkili oldu. Bu süreçlerde yer aldınız. Deneyimlerinizi ve bu tarihi olayların arka planını anlatabilir misiniz?
 
IŞİD’in ortaya çıkışı ve şiddeti araç olarak kullanarak yaptığı propaganda ile kısa sürede bölgesel ve küresel gündem içinde yer edinmesi bir yana, kendisini var ettiği ve eylemlerinin merkezi olarak seçtiği coğrafyanın Kurdistan olması, ayrıca değerlendirilmesi ve hegemon hesaplardan bağımsız olmayan cevaplandırılması gereken sorular ile dolu bir alan. IŞİD’in Şengal’e girişi ve Kobanê direnişine varıncaya kadar geçen süre ve bu süre içerisinde yaşanan, o an olup biten değil, etkisi kuşaklar boyu hissedilecek olan zulüm ve vahşet gerçeği ise başta Kürt halkı olmak üzere mazlum halklar için örgütlülüğün ne kadar hayati ve zorunlu olduğunu ortaya koyması açısından önemli.
 
Bu süreç sadece Kobanê direnişinin başarı ile sonuçlanarak yenilemez ve geriletilemez imajı verilmeye çalışılan IŞİD’de karşı kazanılmış, Kobanê’nin düşmesi üzerinden yapılan küresel ve bölgesel hesapların boşa çıktığı bir süreç değil, sizin de belirtiğiniz üzere diplomatik faaliyetlerin söz konusu olduğu tarihi ittifakların yaşandığı bir süreç aynı zamanda. İlk olarak şu belirtilebilir; IŞİD’in saldırıları bir göç dalgasını beraberinde getirdi ve yaşanan göç, tıpkı yaşanan Halepçe Katliamı sonrasında ve 90’ların köy yakma-göçertme politikalarının sonucu olarak yaşandığı üzere Kurdistan’ın 1’inci Dünya Savaşı sonrasında egemenler tarafından parçalanmış coğrafyasında çizilen sınırların suni niteliğini ortaya koydu. Irak ve Suriye’den gelerek kamplardan sığınmacı olarak kalan insanların sayısı akrabalarının yanında kalmayı tercih eden Êzidî ve Müslüman Kürt nüfusunun neredeyse üçte biri kadardı.
 
IŞİD tarafından kullanılan şiddete yöntemlerinin vahşiliği ve Türkiye’nin de IŞİD’e karşı oluşturulan uluslararası koalisyonun bir üyesi olması ise bu süreçte hem diplomasi faaliyetlerinin önünü açtı hem de ittifakların kurulmasını kolaylaştırdı. Sınırda, Suruç’ta yaşanan hareketlilik, halkların tuttuğu nöbet, yürütülen yardım çalışmaları daha önce yaşanmamış bir ilk olma niteliği taşıyordu. Sürecin sivil boyutu bir yana resmiyeti de içeren yönleri de vardı tabi. Şırnak, Mardin, Diyarbakır, Urfa… Kurulan mülteci kampları ve karşılanan ihtiyaçları bir yana, sınırdan nöbet tutan halk için yer tahsis edilmesi, yardımların engellenmemesi, çatışma alanında yaralıların tedavisine verilen onay gerçekleştiğinin düşünülmesi zor olmayan görüşmelerin sonucuydu.
 
Burada “Eşme” için ayrı bir değerlendirme de yapmak gerekir. Kobanê sürecinde kanton yönetiminin sık sık Mürşitpınar’dan geçerek, Suruç ve Urfa merkezde bir takım temaslardan bulunması bir yana, PYD Eşbaşkanlarının Ankara merkezli yürüttüğü çalışma ve diplomatik temaslar, zamanı geldiğinde bizzat çalışmaları yürütenlerin yapacakları açıklamalarla daha bilinir ve dolayısıyla anlaşılır olacaktır.
 
Eğer bir diplomatik faaliyet ve gerçekleşen bir ittifak olmasaydı, “Eşme” de yaşanmayacaktı. Sorunuza dönersek; gerek IŞİD’e karşı direnişin, Kobanê’de zaferle sonuçlandığı gün olan 1 Kasım’ın Dünya Kobanê Günü, gerekse de IŞİD’in Şengal’e yönelik saldırıların başladığı gün olan 3 Ağustos’un, “Zorla Alıkonulan Kadınlarla Dayanışma ve Mücadele Günü” olarak kabul edilmesinin, yapılan ve hala sürdürülmekte olan diplomasi faaliyetlerinden bağımsız olduğu düşünülemez. Êzidî kurum ve temsilcilerinin, PYD’nin YGP ve YPJ’nin de için de yer aldığı Suriye Demokratik Güçleri temsilcilerinin küresel düzeyde gerçekleştirdiği faaliyetler bir yana; Kürt halkının birlikte yaşadığı halklar, dinler ve inançlarla; yine yönetimleri altında varlık mücadelesi verdiği Arap, Fars ve Türk devletleri ile ve diasporasıyla yürüttüğü faaliyetlerin etkisi büyüktür.
 
 
Kimi çevrelerce romantize dahi edilerek gerçekliğinden kopartılmak istenen Kürt kadının zulme karşı koyuş ve direniş gerçekliği bugün de yaşamsaldır.
 
Rojava Kadın Devrimi’ne gelince; üzerinde çokça konuşulan ve yazılan bir konu oldu. Ben tabi ki örgütlülüğünü sağlayan kadının özgürlüğünü sağladığını görüyor ve savunuyorum. Adı konsun ya da konmasın Kurdistan’da örgütlü kadının yarattığı bir kadın devrimi yaşanmaktadır. Özsavunma bilgisine sahip, şartlar zorladığında bu bilinçle hareket edebilen örgütlü kadın, IŞİD’in korkulu rüyası olmuştur. Şengal ve Kobanê üzerinden acı da olsa bir tespit yaparsak; başta da ifade ettiğim, örgütlü olmanın hayati gerçeği ile yüzleşiyoruz. Yaşadık ve tecrübe ettik. Bu da bize sorumluluğumuzu hatırlatıyor. O nedenle bu kadın devrimini yaşanmış ve bitmiş değil, IŞİD saldırılarından çok önce başlayan ve hala devam eden örgütlülüğünü sağlama ve özgürlüğünü kazanma sürecinin bir sonucu olarak görüyorum. Sayın Öcalan’ın Kürt kadınının yaşamına değinmesi ve öncelediği tartışmasız olan kadın özgürlükçü çizgi yeni bir varoluş şeklini zorunlu kılıyordu. 
 
Burada Kalkınmada Kadın Hakları Derneği’nin  (AWİD) dört yılda bir gerçekleştirdiği bir programda “Öz Savuma ve Rojava’da Kadın Devrimi” başlığı ile bir sunum yapmak üzere KJA  olarak yapmış olduğumuz başvurunun kabul edilmesiyle 2016 Ekim’inde davet edildiğimiz, dünyanın farklı ülkelerinde iki binin üzerinde kadının toplandığı çalışmanın sonunda yeni seçilen AWİD Eşbaşkanlarının Kürt kadınları ile dayanışmalarını kollarına KJA’nın mor fularlarını takarak ortaya koymalarından ve dünyanın diğer bir ucundan Brezilya’da, programın koordinatörlerinden ve kapanış sunumunu yapan Pakistanlı bir kadının IŞİD saldırıları karşısında boyun eğmeyen Kürt kadınlarından Arin Mirxan’dan bahsederek, konuşmasını kadınlara “Jin Jîyan Azadî”- “Woman, Life, Freedom” sloganını attırarak tamamlamasından duyduğum heyecanın hala çok taze olduğunu belirtmek istiyorum. Gerek yurt içinde gerekse de yurt dışında yapılan çok sayıda toplantının gündemi olan ve hatta kimi çevrelerce romantize dahi edilerek gerçekliğinden kopartılmak istenen Kürt kadının zulme karşı koyuş ve direniş gerçekliği bugün de yaşamsaldır. Kurdistan’ın başka bir parçasından Rojhilat’ta Jîna Êmini ile Kürt kadını bir kez daha dünya coğrafyasında kız kardeşleri ile buluşmuştur. 
 
Bugün Türkiye cezaevlerinde tutulan sayısı binleri bulan Kürt kadın gerçeği de Jin Jîyan Azadî çizgisinde yürümenin ve yeni yaşamı inşa etme arzusunun bir sonucu olduğu gibi, bir Kürt kadın gazeteci olarak Free Press Unlimited, (FPU) tarafından size verilen “En dirençli gazeteci” ödülünün yine TJA Sözcüsü Ayşe Gökkan’a Paul Grüninger Vakfı tarafından verilen “İnsanlık ve cesaret” ödülünün uluslararası yönü sınırları aşan duygu ve düşünce birliğini ortaya koymaktadır.
 
Kadın mücadelesinde diplomasinin yeri ve önemi nedir?
 
Tabi ki çok önemli. Ancak erkek egemen sistemin örgütlenmiş en büyük otorite kurumu olan devletlerin temsil organlarına baş aktörü oldukları uluslararası toplum örgütlenmesine ve karar verme mekanizmalarına baktığımızda kimi zaman tarihsel kimi zaman toplumsal, kimi zaman da kültürel nedenler gerekçe gösterilerek kadının dışlandığına tanıklık ederiz.  Öyle ki, uluslararası ilişkilerde feminist kuram, genel olarak sosyal, iktisadi ve siyasi alanda ve iç politikada kadınların temsil edilmemesine karşı bir eleştiri ve sosyal  ve siyasal bir teori olarak doğmuştur. Bu gerçek kadınların eşitlik mücadelesinde diplomasi alanını önemli bir zemin olarak karşımıza çıkartıyor. Kendi deneyimimiz yürütülen genel diplomasi çalışmalarına etkili katılımın yanında bu alanda özgün ve özerk örgütlenmenin önemi ve sonuç alıcılığını ortaya koyuyor.
 
Sorunun kaynağı olan zihniyetin eril bakış açısı ile çözüm ne yazık ki mümkün olmuyor. Zor deyip eşitlik ve özgürlük arayışımızdan vazgeçmek söz konusu olmadığında bu zihniyeti değişime zorlayacak alternatifleri yarattık ve gerçekleşmez denilen birçok buluşmasının tarafı ve yenisin örgütleyeni olduk. İtirazımızın net, sesimizin gür çıkması görülmemizi ve dikkate alınmamızı sağladı. Burada belirtmek isterim ki Kürt kadın hareketi gelişimi ve sağladığı örgütlülük düzeyi ile yönetimi altında yaşadığı ülkelerin kadın hareketlerinin en dinamik gücü olmakla değişimin ve dönüşümün de öncüsü oldu. Yine gerek bölgesel, gerekse de küresel kadın örgütlülükleri ile var olan temas ve birlikte yürüme iradesinin hem öğretici hem de kazandırıcı olduğu tartışmasız. Diplomasinin konusu olan ama ele alınmayan; çözüm bekleyen ama çözülmek istenmeyen birçok sorun için kadınların ortaya koyduğu irade fark yarattı. Bu bir gerçek. Bu noktada Kürt kadın hareketi üzerinde yoğunlaşan tutuklamalar ile etkisizleştirme ve sindirme politikasının temel gerekçelerinden birini de gerek iç gerekse de dış diplomasi alanında elde ettiği başarı olduğunu söylemek mümkün.
 
Diplomasinin dili ve eyleminin nasıl olması gerekir?
 
 
Devletlerin diplomasisine karşılık, halkların, ezilen ve ötekileştirilen tüm kimliklerin diplomasinin yapılabilmesini savunuyor ve örgütlüyoruz. 
 
Kısaca ifade edersem; dili kapsayıcı ve bütüncül, eylemi sonuç alıcı olmalıdır. Bunun için diplomasinin yapılma amacı unutulmadan ‘Ne istediği’ ve ‘Neden istendiği’ konusundan yeterli bilgi ve konuya hakimiyet olmazsa olmazdır. Konuya hakimiyetten kastım diplomasinin taraflarının olması ve tüm tarafların başarılı ve kazanan olmak için diplomasi yapma arzusu içinde olmasıdır. Bu açıdan kendini bilmek kadar yapılan diplomasinin taraflarını tanımak ve öncekilerini bilmek de önemlidir. Devletlerin diplomasisine karşılık, halkların, ezilen ve ötekileştirilen tüm kimliklerin diplomasinin yapılabilmesini savunuyor ve örgütlüyoruz. Kurulacak güçlü ağlar, mutlaka ama mutlaka devletlerin “Güç ve çıkar” öncelenerek gerçekleştirdikleri diplomasinin önünde engel olacaktır.
 
Kürt halkı açısından ifade edecek olursam; tarihten özellikle de cumhuriyetin kuruluş tarihinden ders çıkarmak gerektiğini düşünüyorum. İlk sorunuza cevap verirken belirttiğim üzere; diplomasinin olumlu sonuç vermesini etkileyen unsurlar vardır. En basitinden Lozan sürecinin bu çerçevede değerlendirdiğimizde, nerede kaybettiğimizi de görebiliyoruz. Güven duymak önemli ama güven ilişkisinin kiminle kurulduğu ve yeri zamanı geldiğinde hayat bulduğu-bulacağı konu ve zemin de önemli.
 
MA / Dicle Müftüoğlu
 
Yarın: Ortadoğu’da hegomonların rolü ve Kürtler