HABER MERKEZİ - Karanlıkta bırakılan 17 bin 500 faili meçhul cinayetin arasında bulunan Kürt iş insanlarından Savaş Buldan, Adnan Yıldırım ve Hacı Karay’ın failleri bugün güç ve çıkar çatışmasından dolayı daha görünür hale geldiler. 27 yıl önce işlenen cinayetin emri dönemin başbakanı Tansu Çiller tarafından verildi.
Kaleme aldığı eserlerle dünyaca tanınan Çek yazar Milan Kundera, “İnsanın iktidara karşı mücadelesi, hafızanın unutuşa karşı mücadelesidir” der, Gülüşün ve Unutuşun Kitabı’nda. Kundera bu sözüyle iktidarlara karşı mücadelede toplumsal hafızayı canlı tutmanın önemini vurgularken, Türkiye’nin özellikle son 40 yılına uzanan kara tarihsel sayfalarına dair bugünlerde hafıza tazelemeye soyunan isim ise devlet bağlantılı çete yöneticisi Sedat Peker. Devletin derinleri ile giriştiği güç ve çıkar çatışmasında oyun dışı kalan Peker, bunun hıncıyla şimdiye değin “aparatı” olduğu yapıya dair ifşaatlarıyla tüm dikkatleri üstüne toplamış durumda.
Sedat Peker’in paylaştığı videolarında "Devletin polisleriyle hiçbir sorunum yok, olamaz da. Ancak bu şerefli teşkilatın içine bir şekilde monte olmuş görünürde polis ama özünde hain olanlarla bizim hesabımız her zaman var olacaktır” sözleriyle hedef aldığı isimlerinden başında Mehmet Ağar var. Öyle ki Kazakistan uyruklu üniversite öğrencisi Yeldana Kaharman'ın ölümünden oğlu Tolga Ağar'ın sorumlu olduğunu öne sürüp, Azeri-Türk işveren Mübariz Mansimov'un mallarına çökmekle suçladığı Ağar’ı, yine Kolombiya'da ele geçirilen 4 ton 900 kilo kokain ve 90’lı yıllarda işlenen Kürt iş insanları cinayetlerinden sorumlusu olarak işaret etti.
Peker, doğrudan merkezinde yer aldığı karanlık sayfalardaki yerini görünmez kılmaya çabalayadursun Kundera’nın hafızasını canlandırmak üzere tarihin tekerleğini geriye döndürelim.
Tarih: 3 Haziran 1994. Yer: İstanbul'daki Yeşilyurt Çınar Oteli. Kürt iş insanları Savaş Buldan, Adnan Yıldırım ve Hacı Karay, bulundukları otelden o gün saat sabah 04.30 sıralarında ayrılacakları sırada kapıda önleri 7-8 kişi tarafından kesildi. Ellerinde silahları ve telsizleri, üzerlerinde ise olan kurşun geçirmez yelekleri olan bu kişiler, bu 3 insanı zorla bindirildikleri üç arabayla kaçırdı. Bu haberi almaları üzerine resmi makamların kapısını çalıp, olayı kamuoyuna duyuran yakınlarının ayaklarının götürdüğü yerlerden biri Sapanca-Hendek-Bolu hattıydı.
Nedeni ise son birkaç ay içerisinde işlenen Behçet Cantürk ile şoförlüğünü yapan yeğeni Recep Kuzucu (14 Ocak), Avukat Yusuf Ekinci (25 Şubat), Fevzi Aslan ve yeğeni Salih Aslan (28 Mart) ile Yüksekovalı bürokrat, Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı Namık Erdoğan' (9 Mayıs) cinayetleriydi.
Hepsi benzer şekillerde alıkonulan bu isimlerden cenazelerine Ankara yakınlarında ulaşılabilen Ekici ve Erdoğan’ın dışındaki diğer isimlerin cenazeleri bu hatta bulundu. Öyle ki bu coğrafyanın adı “ölüm üçgeni” olarak anılır olmuştu.
Aramalar sırasında kaçırılanlara dair ize Yedi Göller bölgesinde yer alan ve sadece yüksek derece devlet görevlileri ile kolluk birimlerine açık olan bir atış poligonunda rastlandı. Buranın bekçisi kaçırılanların yakınlarına içerisinde 10-11 kişinin bulunduğu üç arabanın sabah saat 7.30 sıralarında giriş yaptığı bilgisi verdi. Ulaşılan bu bilgi ile aileler ve avukatlarca savcılığa başvurulup, İstanbul Valisi ve Başbakanlık Ofisi bilgilendirilse de devletten gelen resmi yanıt 3 ismin ellerinde olmadığı yönündeydi. Savaş Buldan, Adnan Yıldırım ve Hacı Karay’ın cenazeleri ertesi gün alıkonuldukları yerden 270 km uzakta, Bolu’nun Yığılca Köyünde bulundu. Otopsi raporlarına göre başlarına sıkılan kurşunlarla öldürülmeden önce işkence görmüşlerdi.
Cinayetlerin ardı ardına katledildiği bu altı aylık dönemde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Tansu Çiller, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, onun tarafından oluşturulan Özel Harekat Dairesi'nin başında MİT’ten emekli Yarbay Korkut Eken vardı. O dönem adı henüz çok fazla duyulmasa da cinayetlerin işlendiği bölgede karşımıza çıkan isim ise Kocaeli İl Jandarma Komutanı Veli Küçük’tü. 9 Ağustos 1993 ile 15 Ağustos 1996 tarihleri arasında buradan sorumluydu.
Failler, polis kontrollerinin yoğun olduğu, yine otoyol turnikelerinin bulunduğu bu bölgede istedikleri gibi görünmez olabiliyor, rahatça cinayet işleyebiliyorlardı.
AĞAR’IN ‘GÖBEK BAĞI’
Babası Zülfü Ağar, 3’üncü Cumhurbaşkanı'nın Celal Bayar’ın koruma müdürü olan Mehmet Ağar, 1951 yılında Kemalist düzenin mabedi sayılan Çankaya Köşkü'nde doğdu. Göbek bağı da annesi tarafından Çankaya Köşkü'nün bahçesine gömüldü. Ağar’a dair bu bilgiyi, Doğru Yol Partisi (DYP) Genel Başkanı olduğu 2005 yılında Yardımcısı Orhan Keçeli şu sözlerle paylaşmıştı: “Mehmet Ağar Çankaya Köşkü'nde doğdu. Onun göbek bağını anası Çankaya Köşkü'nün bahçesine gömdü. Sayın Mehmet Ağar bir şey söylüyor, 'Ben bir dönem başbakanlık yapacağım' diyor. Niye bir dönem diyor? Hiç düşündünüz mü? Bir düşünün. Çünkü sonra cumhurbaşkanı adayı olacak. Evet, cumhurbaşkanı olacak. Çünkü bu arkadaş bana göre şanslı doğdu.”
Mehmet Ağar, bu sözlerin akabinde ülkenin cumhurbaşkanı olmak isteyip istemediği yönündeki soruya “Evet, 1951 yılı 29 Ekim’inde Çankaya Köşkü bahçesindeki mütevazı lojmanda doğdum. Babam Cumhurbaşkanı’nın koruma müdürüydü. Kısmet. Allah ne yazdı onu göreceğiz, millet ne söyleyecek onu da göreceğiz” yanıtı vermişti.
HIZLI YÜKSELİŞİ
1968 yılında Haydarpaşa Lisesi'nden mezun olduktan sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitiren Ağar, ilk devlet memuriyetine Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Dairesi'nde başladı. Ardından Cumhurbaşkanlığı Koruma Müdürlüğünde Komiserlik görevi yaparak göbek bağını takip etti. 1976'da kaymakam adayı olarak İçişleri Bakanlığında göreve başladı, İznik ve Selçuk ilçelerinde kaymakam vekili olarak, Torul ve Delice ilçelerinde kaymakam olarak görev yaptı. 12 Eylül darbesinin yaşandığı 1980 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdür Muavi’ni olarak atandı, ertesi yıl Asayiş Şube Müdürü oldu.
Kürt sorunu le birlikte çatışmalı sürece girilen 1984-88 yılları arasında Terör ve Asayişten Sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığı yapan Ağar’ın hızlı yükselişi İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı ve Ankara Emniyet Müdürlüğü ile sürdü. Bu görevlerinin ardından 1992 yılında Erzurum Valisi olarak atanan Ağar, bu görevde iken Bahçelievler Katliamı sanığı Haluk Kırcı'nın nikah şahitliğini yaptı. 1993 yılında Tansu Çiler'in Başbakanlık görevine gelmesiyle birlikte ise Emniyet Genel Müdürlüğü koltuğuna oturacaktı.
Kürt sorununun şiddetin tırmanıp, faili meçhullerin arttığı, ilçe ve köylerin yakılıp on binlerce insanın göçe zorlandığı o yıllarda yaşananların arkasında Ağar’ın kurduğu Özel Harekat Dairesi vardı. Kürt hareketine kullanılan Hizbullah’ı himaye etti. "Hizbullah devlet aleyhine eylemlerden kaçınmaktadır. Örgüt üyelerini yakalamak fayda sağlamaz" sözleriyle Hizbullah'a verdiği desteği ifşa eden Ağar döneminde sivil binlerce ‘faili meçhul’ cinayet yaşandı.
HAZIRLANAN ‘ÖLÜM LİSTESİ’
Bu kanlı sürecin, işlenecek cinayetlerin işaret fitilini ateşleyen Tansu Çiller’di. Başbakanlık koltuğuna oturduktan 4 ay sonra, 4 Kasım 1993'te İstanbul'da Holiday Inn Oteli'nde basın toplantısı düzenleyen Çiller, sarf ettiği "PKK'nin haraç aldığı işadamları ve sanatçıların isimlerini biliyoruz, onlardan hesap soracağız" sözleriyle aslında bir ‘ölüm listesi’ hazırlandığını duyurdu. Çok geçmeden de listenin en başında yer alan Behçet Cantürk cinayeti işlendi, sonrasında da diğerleri…
Aradan geçen 27 yılda aynı akıbeti taşıyan diğerleri gibi hesap sorulmak bir yana işlenen bu cinayetlerin failleri dahi gün yüzüne çıkan bilgi, belge ve tanıklıklara rağmen ortaya çıkarılmadı.
ERGENEKON DOSYASINA GİREN İTİRAFLAR
Devlet-siyaset-mafya ilişkileri, ilk kez 3 Kasım 1996'da Susurluk’ta yaşanan bir trafik kazası ile su yüzüne çıkmıştı. Türkiye toplumun bu kaza ile tanıştığı ‘derin devlet’ gerçekliğine dair en somut bilgilerle ise devlet içerisindeki güç çatışmasıyla başlayan Ergenekon Davası sürecinde karşılaşıldı. Dava sanıklarından Hikmet Çiçek’ten çıkan ve 'Cavit' isimli birine ait el yazısında ‘ölüm üçgeni’nde işlenen fail meçhul cinayetler anlatılıyordu. Dava iddianamesinin 228 nolu delil klasöründe yer alan bu yazıda MİT ajanı Tarık Ümit tarafından başında Korkut Eken'in bulunduğu İzmir Urla'daki askeri bir kışlada silah ve bomba eğitimi aldığını, yine Tarık Ümit tarafından kendisine sahte polis kimliği ile pasaport çıkarıldığını itiraf eden Cavit isimli kişi, Kürt iş insanlarının infaz edilmesinde dair tanıklıkları ise şöyleydi: “3 Haziran 1994. Telefon eden Tarık 'arabayı getir Cavit' diyordu. Beyaz şahin marka arabayı alıp söylenen adrese gittim. Orada Muhsin, adamı Hasan Karabekiroğlu, Ayhan, Ziya, Semih, daha önce görmediğim kişilerle de otelin lobisinde oturuyorlardı. Orada yapılacak operasyonu bilmiyorum. Ancak geç saatlerde Yeşilköy Çınar Otel'e gittik. Muhsin ve ben arabada bekledik. Tarık'la yolda irtibat kuracaktık. Saat 04.30'da Savaş Buldan ve arkadaşları (Adnan Yıldırım ve Hacı Karay) otelden çıktı. Orada bekleyen Yüzbaşı İsmet, Ayhan, Ziya, Semih ve tanımadığım üç kişi 'Dur polis' diyerek onlara doğu yürürken, Savaş Buldan arabasına doğru yürüdü. Ama hemen yakaladılar. Bunları arabalara bindirip yola çıktılar. Sabah öğrendim onlar da ölmüştü. Bundan sonra Tarık Ümit'le çalışmak istemiyordum…”
‘GİZLİ TANIK’ POYRAZ: BİZİM TEŞKİLATIN İŞİYDİ
Yine İkinci Ergenekon davası iddianamesine giren “Poyraz” kod adlı bir gizli tanığın ifadeleri faili meçhul cinayetlerin kapısını aralayacak önemdeydi. Tanık ‘Poyraz’, 2009 yılında o dönem Savcı Zekeriya Öz tarafından alınan ifadesinde Sedat Peker tarafından öldürüldüğü iddia edilen adamı Tolga Atalay'ın (Peker) öldürülmeden önce kendisini telefonla arayarak, "Abi bu teşkilatın içinde beraber koşturduk, dikkat et sıra sana da gelebilir, bilmediğin çok şey var. Peker, Veli Küçük'le hareket edip çok iş yaptı. Sapanca kavşağına atılan cesetlerin tamamı bizim teşkilatın işiydi. Öldürülenlerden biri de Behçet Cantürk'tü. Beni kullandılar şimdi de kalemimi kırdılar" dediğini aktardı. Gizli tanık Poyraz, yargılama devam ederken kimliğini ifşa edip, adının Hacı Tural olduğunu açıklayacaktı.
PEKER, CİNAYETLER İÇİN AĞAR'I SUÇLADI
Sedat Peker ise, Ergenekon davası kapsamında tutuklu olduğu 2011 yılında Savcı Hakan Yüksel’e 90’lı yıllarda işlenen “faili meçhul” cinayetlere dair 4,5 saat ifade verdi. Soruşturma eski Özel Harekâtçı Ayhan Çarkın'ın ifadeleri doğrultusunda başlatılmıştı. Kürt iş insanlarına dair "ölüm listesi"ni doğrulayan Peker, işlenen cinayetlerin arkasında ise Mehmet Ağar'ın ekibinin olduğunu söyledi. Peker, ifadesinde cinayetlere ilişkin "Cinayetlerin MGK tarafından yetkilendirilen ekip tarafından gerçekleştirildiğini duyuyordum. Yeşil isimli şahıs, Doğu'da bir zamanlar JİTEM tarafından kullanıldıktan sonra MİT ile birlikte çalışmaya başladı. MİT'te Mehmet Eymür'ün kadrosunda olduğu, şehirlerde eylem gerçekleştirdiğini duyuyorduk" şeklinde bilgiler verdi.
Devleti ele geçiren paramiliter yapılanmalar ve işledikleri suçlara dair bu ortaya saçılan bu bilgilerle birlikte o yıllarda sorumlu olan politikacılar ve görev yapan askerlerden de ardı ardına önemli açıklamalar geliyordu. Eski İçişleri Bakanı İsmet Sezgin’in o yıllara dair sarf ettiği "Devlet görevlisi olmayanlara görev verildi" sözleri kadar önemli bir diğer açıklama Emekli Koramiral Atilla Kıyat’ın 2 Ağustos 10’da katıldığı bir televizyon programında dile getirdikleriydi.
KORAMİRAL KIYAT: DEVLET POLİTİKASIYDI
Kıyat, 1993 ile 1997 yılları arasında faili meçhul cinayetlerin açıkça devlet politikası olduğunu söylüyordu. Bunu da şu sözlerle dile getiriyordu: "1990'la 2000 yılları arasında yapılanlar bir devlet politikası olmasına rağmen bölgede ülkesine karşı kin kusan bir neslin yetişmesine sebep olmuştur. Hukuk dışı uygulamalar olmuştur. Bugün Ergenekon'da faili meçhul cinayetlerden dolayı suçlanan ve içeride olan kimseler vardır. Ama ben devamlı söylüyorum. Bu arkadaşlar o zaman (şimdi albay bunlar) üsteğmendi, yüzbaşıydı. Şimdi diyorlar ki 'Sen Cizre'deyken muhtarı öldürdün' ya da Muhtarla beraber oldun filancayı öldürdün.' Sene kaç? 1994, 1995... Şimdi ben de diyorum ki, lütfen 94'ün, 95'in, 93'ün, 96'nın, 97'nin başbakanları, cumhurbaşkanları, genelkurmay başkanları, OHAL valileri... Yatağınızda nasıl rahat uyursunuz! Lütfen çıkıp açıklayın, bu yıllarda işlenen faili meçhuller terörle mücadele için devlet politikası mıydı ve bu çocuklar devlet politikası mı uyguladılar? 'Hayır böyle bir devlet politikası yok' diyorsanız, söyleyin. Hayır söylemiyorlar. Ben o zaman devlet politikası olduğunu düşünüyorum. O zaman maalesef ülkeyi idare edenler, faili meçhullerin de terörizme önlem olarak gördüklerini düşünüyorum. Çünkü bir üsteğmen, 'Ben Hasan'la Mehmet'i bir halledeyim de bu terörizmi bitireyim' diyemez. Birileri emir verdi."
Kıyat, o dönemin faili olarak işaret ettiği isim ise Kayseri eski İl Jandarma Komutanı Kurmay Albay Temizöz'dü. Cizre'de 1993 ile 1995 yılları arasında işlenen 21 faili meçhul cinayetten sorumlu tutulup, hakkında 9 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis istenen Temizöz ile birlikte yargılandığı 7 sanık hakkında yıllar sonra açılan 2009 yılında açılan dava, 2015’te Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesinin tüm sanıklara dair beraat kararlarıyla sonuçlandı.
MİT RAPORU
Dava dosyalarına giren ifadeler ve önemli isimlerden gelen itiraf niteliğindeki açıklamaların ötesinde 90’lı yıllara dair gerçeklerin yer aldığı en önemli resmi belge ise, 2012 yılında ortaya çıkan Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) raporu oldu.
Meclis Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu üyesi CHP Antep Milletvekili Mehmet Şeker'in başvurusu üzerine MİT’in Komisyon’a gönderdiği 17 Aralık 1996 tarih ve 11.011.01.156/24746 sayı numaralı bu raporun üzerinde “çok gizli” damgası vardı. Susurluk kazası skandalı sonrasında o dönemki REFAHYOL hükümetinin Başbakanı Necmettin Erbakan'ın talimatıyla hazırlanan rapor, Sönmez Köksal ve Şenkal Atasagun'un imzasını taşıyordu.
‘ÇİLLER ÖZEL ÖRGÜTÜ’
Hazırlanan şema ve ek belgelerle 200 sayfayı aşan bu raporda MİT ve Emniyet içindeki yasadışı yapılanmalar, bunların mafya ile bağlantıları tek tek sıralanıyordu. Devlet içerisindeki bu illegal yapılanmanın ismi ise, mensupları kendi aralarındaki adlandırması ile “Çiller Özel Örgütü” idi.
700 kişiden oluşan bu yapı içerisinde DYP Genel Başkanı Tansu Çiller, eşi Özer Çiller, Elazığ Milletvekili ve İçişleri Bakanı Mehmet Ağar, MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür, Emniyet Genel Müdür Müşaviri emekli Albay Korkut Eken, Özel Harekât Dairesi Başkanı İbrahim Şahin, Susurluk kazasında ölen ülkücü tetikçi Abdullah Çatlı da vardı. MİT raporuna göre bu yapılanmanın CIA ve MOSSAD’la da bağlantıları vardı. Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu tarafından dinlenen Tansu Çiller, “Çiller Özel Örgütü”ne ilişkin iddiaları reddedip, bu rapordan yazılanların asılsız olduğunu savundu.
Bu bilgi ve belgelere rağmen failleri meçhul bırakılan cinayetlere ilişkin soruşturma ancak 2011 yılında başlatılabildi. Bu cinayetlerden birinin hedefi olan Altındağ Nüfus Müdürü Abdülmecit Baskın, 30 Eylül 1993’de kaçırıldıktan sonra cansız bedeni 3 Ekim günü Ankara-Haymana Yolu üzerindeki bir tarlada bulunmuştu. Zaman aşımına kısa bir zaman kala Baskın cinayetiyle ilgili 20 Eylül'de 2013'te hazırlanan iddianameye sonrasında hazırlanan yeni bir iddianameyle 1993-96 yılları arasında işlenen Savaş Buldan, Adnan Yıldırım ve Hacı Karay, Behçet Cantürk, Namık Erdoğan, Metin Vural, Recep Kuzucu, İsmail Karaalioğlu, Yusuf Ekinci, Ömer Lutfi Topal, Hikmet Babataş, Medet Serhat, Feyzi Aslan, Lazem Esmaeılı, Asker Smıtko, Tarık Ümit, Salih Aslan ve Faik Candan cinayetleri eklendi.
Bu cinayetlerden sorumlu tutulan isimlerse eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar, Özel Harekat Daire Başkanı İbrahim Şahin, Korkut Eken, Ayhan Çarkın, Ayhan Akça, Ziya Bandırmalıoğlu, Ercan Ersoy, Ahmet Demirel, Ayhan Özkan, Seyfettin Lap, Enver Ulu, Uğur Şahin, Alper Tekdemir, Yusuf Yüksel, Abbas Semih Sueri, Lokman Külünk, Mahmut Yıldırım, Nurettin Güven, Muhsin Korman idi. "Cürüm işlemek için oluşturulan silahlı teşekkülün faaliyeti kapsamında insan öldürmek" suçundan yargılanan sanıklara dar yargılamaya Aralık 2013’te dava açıldı.
Ailelerin her duruşmada acılarını biraz olsun hafifletecek adalet beklentilerini dile getirdiği Ankara 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi görülen yargılamada karar 19 Aralık 2019 tarihinde çıktı ve tüm sanıklar yönünden beraat kararı verildi. Ancak Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 1’inci Ceza Dairesi, geçtiğimiz 23 Mayıs’ta bu kararı bozdu ve sanıkların yeniden yargılanmasına karar kıldı.
Hem bu yargılama hem de derin devletin işlediği bütün diğer suçlara dair yapılacak gerçek bir yüzleşme, ülkenin yeni bir sayfa açmasının nirengi noktası bugün. Bunu sağlayacak olan ise yaşananların zihinlerden silinmesi kadar yanlış nakşedilmesinin de önüne geçmek.
MA / Ömer Çelik